Jack ekibin kurarken, okullarında en iyi performans gösterenlerin bir, iki tık altındaki mezunları işe almayı tercih ediyordu. Jack'in ifadesiyle, üniversitenin seçkin öğrencileri gerçek dünyada zorluklarla karşılaştıklarında kolayca hayal kırıklığına uğrayabiliyorlardı.
Jack eBay'in hantal yaklaşımını Jumbo jetle kıyaslıyordu.: '
Küresel bir teknoloji platformu kucağa harika geliyor; tıpkı Boeing 747'nin uçmasının harika olması gibi... Ama iniş pisti okul bahçesiyse, uçağı indiremiyorsunuz... Sitede bir düğmeyi değiştirmek için bile on dört kişiye rapor vermek ne demek ...
Jack : 'eBay okyanusta köpekbalığı olabilir, ama ben de Yangtza Nehrindeki timsahım. Okyanusta kapışırsak biz kaybederiz, ama nehirde kapışmamız halinde kazanan biz oluruz. '
Alibaba çalışanlarının tecrübeye ihtiyacı yoktur. Sağlığa, iyi bir beden ve kalbe ihtiyaçları vardır.
BERAT GÜDÜL
10 Ocak 2021 Pazar
Starbucks
Bir şirketin çalışanları o şirketin sermayesinden hisse satın almadığı takdirde en büyük iş planı bile değerini yitirir. Çalışanlar liderleri kadar işe kendilerini vermedikleri takdirde uygulanabilir bir iş planı bile sürekliliğini koruyamaz. Liderlerinin kararına güvenmedikleri, çabaları bilinip takdir edilmediği takdirde bunu kabul etmezler.
En iyi yönetici, istediğini yapması için iyi adamları (kadınları) toplayabilen ve işi yaptıkları sırada onlara karışmaktan kendini alabilen kişidir. Theodore Roosevelt
Başından beri dışarı çıkıp elimdekilerden daha tecrübeli, benimle tartışmaktan korkmayacak, iradeli kendine güvenen ve emin yöneticiler bulup onları yönetim ekibinin ve karar üretme sürecinin bir parçası haline getirmem gerektiğini biliyordum.
İşimin bazı bölümlerini idare etmek üzere benden daha nitelikli yeni yöneticilere ulaşmayı özümseyecek kadar güçlü bir özsaygıya ve güvene sahip olduğumu çevremdeki insanlara gösterecek şuura sahiptim. Aynı zamanda onlara yapmaları gereken işi yapmaları için yetki devrettiğimden emin olmak zorundaydım. Çünkü başlarında bulundukları departmanlar bana değil onlara rapor verecekti. Onlara dolayısıyla bütün şirkete gönderdiğim mesajın mümkün olduğu kadar net olmasına çaba gösteriyordum: ' Sizi işe aldım. Çünkü benden daha akıllısınız. Şimdi gidip bunu ispatlayın'
Bir mağaza veya restoranda müşterinin yaşadıkları hayati öneme sahiptir. Kötü bir karşılaşma sonucunda bir müşteriyi ömür boyu kaybedersiniz. İşinizin geleceği, hem üniversiteye gidip hem de işyerinizde çalışan yirmi yaşındaki bir kısmi çalışanın ellerindeyse onu feda etmeyi göze alabilir misiniz ? Bu insanlar şirketin sadece kalbi ve ruhu değil aynı zamanda halka açık yüzüdür. Kazanılan her dolar onların ellerinden geçer.
Yönetimi üstlendiğimden beri Starbucks'ın, herkesin içinde çalışmak istediği, tercih edilen bir işveren şirket olmasını istedim.
İnsanlara bir ailenin fertleri gibi muamele et, o zaman sadık olurlar ve her şeylerini verirler. İnsanlara arka çık, onlar da sana arka çıkar.
Kilit bir yönetici tutacaksam, çoğunun eş seçerken aradığı nitelikleri ararım: Doğruluk ve tutku. Bana göre bu, tecrübe ve yetenek kadar önemlidir. Değerlerini evde bırakmayıp işe getiren insanlarla, ilkeleri benimkiyle aynı olan insanlarla çalışmayı isterim. Bir uyumsuzluk ya da değerlerin olması gerektiği yerde bir boşluk görürsem aramaya devam etmeyi tercih ederim.
Rakiplerini hoş görmezsen, onların karşısında yenilgiye uğraman kesindir. Rakiplerine düşman muamelesi yaparsan, daha oyunun başında kaybedersin. Rakiplerini hedef tahtasına koyar, her gün ok atma idmanı yaparsan, bir tek o düşmanla mücadele verebilirsin, diğerleriyle değil. Rekabet en büyük mutluluktur.
Bizi her Gün Starbucks'a getiren şey nedir sanıyorsunuz ? Düşük kalite üzerinden kazanç sağlamak mı ? Böyle olsaydı en iyi adam bile burada durmazdı.Maneviyat diye bir şey kalmazdı.Böyle bir hata bizi gafil avlardı. İşimiz biterdi.
Her işin bir hafızası vardır. Kaliteyi kazanca feda etmek Starbucks personelinin zihinlerinden hiçbir zaman silinmez. İşte bu ödenmesi imkansız bir bedel olurdu.
Ne yaparsanız yapın risk almaktan kaçınmayın. İşleri her zamanki yöntemlerle yürütmeyin. Sisteme ayak uydurmaya çalışmayın. Sizden bekleneni yaparsanız, başkalarının beklediğinden daha fazlasını asla başaramazsınız.
Hata yapacağız.Ancak personelimiz, yapmaya çalıştığımız şeyin, hepimiz için değer üretmek olduğunu anladıkları zaman hataları affetme ihtimalleri de fazla oluyor. Pek çoğu hacmimizin getirdiği avantajları yeni yeni anlıyor ve hem büyüyüp hem de aynı şirket olarak kalmamıza yardımcı oluyorlar. Onlar Starbucks'ın ta kendisi. Starbucks'ın başarısı da onların başarılarını yansıtıyor.
Yüreğimizle yönetmek zorundayız. İş hayatında, normal hayatta olduğu gibi, kararlarımıza yol gösteren bir iç pusulamız olması gerekir. bu dünyada neyin daha önemli olduğunu gösteren esaslı bir anlayışa sahip olmamız gerekir. Benim için bu anlayış, karlar, satışlar ve mağaza sayısı değil. Aksine kendini işine adamış bir grup insanın tutkusu, bağlılığı ve heyecanıdır. Bunun parayla bir ilgisi yok.
Tek başınıza bitiş çizgisine ulaştığınızda içinizde bir boşluk hissi duyarsınız. ekip hainde koşarsanız kurdeleyi birlikte göğüslemenin ne büyük bir ödül olduğunu görürsünüz. Sadece size alkış tutan seyircilerin değil kalabalık bir kazananlar grubunun etrafınızı sarmasını istersiniz.
Zafer, tek bir kişinin çabalarıyla değil de pek çok insanın ortak başarılarıyla gerçekleştiği zaman çok daha anlamlıdır. Bütün katılımcılar sadece kendileri için değil başkaları için de kazandığı zaman gerçek mutluluk kalıcı olur. Başarı paylaşıldıkça güzelleşir.
En iyi yönetici, istediğini yapması için iyi adamları (kadınları) toplayabilen ve işi yaptıkları sırada onlara karışmaktan kendini alabilen kişidir. Theodore Roosevelt
Başından beri dışarı çıkıp elimdekilerden daha tecrübeli, benimle tartışmaktan korkmayacak, iradeli kendine güvenen ve emin yöneticiler bulup onları yönetim ekibinin ve karar üretme sürecinin bir parçası haline getirmem gerektiğini biliyordum.
İşimin bazı bölümlerini idare etmek üzere benden daha nitelikli yeni yöneticilere ulaşmayı özümseyecek kadar güçlü bir özsaygıya ve güvene sahip olduğumu çevremdeki insanlara gösterecek şuura sahiptim. Aynı zamanda onlara yapmaları gereken işi yapmaları için yetki devrettiğimden emin olmak zorundaydım. Çünkü başlarında bulundukları departmanlar bana değil onlara rapor verecekti. Onlara dolayısıyla bütün şirkete gönderdiğim mesajın mümkün olduğu kadar net olmasına çaba gösteriyordum: ' Sizi işe aldım. Çünkü benden daha akıllısınız. Şimdi gidip bunu ispatlayın'
Bir mağaza veya restoranda müşterinin yaşadıkları hayati öneme sahiptir. Kötü bir karşılaşma sonucunda bir müşteriyi ömür boyu kaybedersiniz. İşinizin geleceği, hem üniversiteye gidip hem de işyerinizde çalışan yirmi yaşındaki bir kısmi çalışanın ellerindeyse onu feda etmeyi göze alabilir misiniz ? Bu insanlar şirketin sadece kalbi ve ruhu değil aynı zamanda halka açık yüzüdür. Kazanılan her dolar onların ellerinden geçer.
Yönetimi üstlendiğimden beri Starbucks'ın, herkesin içinde çalışmak istediği, tercih edilen bir işveren şirket olmasını istedim.
İnsanlara bir ailenin fertleri gibi muamele et, o zaman sadık olurlar ve her şeylerini verirler. İnsanlara arka çık, onlar da sana arka çıkar.
Kilit bir yönetici tutacaksam, çoğunun eş seçerken aradığı nitelikleri ararım: Doğruluk ve tutku. Bana göre bu, tecrübe ve yetenek kadar önemlidir. Değerlerini evde bırakmayıp işe getiren insanlarla, ilkeleri benimkiyle aynı olan insanlarla çalışmayı isterim. Bir uyumsuzluk ya da değerlerin olması gerektiği yerde bir boşluk görürsem aramaya devam etmeyi tercih ederim.
Rakiplerini hoş görmezsen, onların karşısında yenilgiye uğraman kesindir. Rakiplerine düşman muamelesi yaparsan, daha oyunun başında kaybedersin. Rakiplerini hedef tahtasına koyar, her gün ok atma idmanı yaparsan, bir tek o düşmanla mücadele verebilirsin, diğerleriyle değil. Rekabet en büyük mutluluktur.
Bizi her Gün Starbucks'a getiren şey nedir sanıyorsunuz ? Düşük kalite üzerinden kazanç sağlamak mı ? Böyle olsaydı en iyi adam bile burada durmazdı.Maneviyat diye bir şey kalmazdı.Böyle bir hata bizi gafil avlardı. İşimiz biterdi.
Her işin bir hafızası vardır. Kaliteyi kazanca feda etmek Starbucks personelinin zihinlerinden hiçbir zaman silinmez. İşte bu ödenmesi imkansız bir bedel olurdu.
Ne yaparsanız yapın risk almaktan kaçınmayın. İşleri her zamanki yöntemlerle yürütmeyin. Sisteme ayak uydurmaya çalışmayın. Sizden bekleneni yaparsanız, başkalarının beklediğinden daha fazlasını asla başaramazsınız.
Hata yapacağız.Ancak personelimiz, yapmaya çalıştığımız şeyin, hepimiz için değer üretmek olduğunu anladıkları zaman hataları affetme ihtimalleri de fazla oluyor. Pek çoğu hacmimizin getirdiği avantajları yeni yeni anlıyor ve hem büyüyüp hem de aynı şirket olarak kalmamıza yardımcı oluyorlar. Onlar Starbucks'ın ta kendisi. Starbucks'ın başarısı da onların başarılarını yansıtıyor.
Yüreğimizle yönetmek zorundayız. İş hayatında, normal hayatta olduğu gibi, kararlarımıza yol gösteren bir iç pusulamız olması gerekir. bu dünyada neyin daha önemli olduğunu gösteren esaslı bir anlayışa sahip olmamız gerekir. Benim için bu anlayış, karlar, satışlar ve mağaza sayısı değil. Aksine kendini işine adamış bir grup insanın tutkusu, bağlılığı ve heyecanıdır. Bunun parayla bir ilgisi yok.
Tek başınıza bitiş çizgisine ulaştığınızda içinizde bir boşluk hissi duyarsınız. ekip hainde koşarsanız kurdeleyi birlikte göğüslemenin ne büyük bir ödül olduğunu görürsünüz. Sadece size alkış tutan seyircilerin değil kalabalık bir kazananlar grubunun etrafınızı sarmasını istersiniz.
Zafer, tek bir kişinin çabalarıyla değil de pek çok insanın ortak başarılarıyla gerçekleştiği zaman çok daha anlamlıdır. Bütün katılımcılar sadece kendileri için değil başkaları için de kazandığı zaman gerçek mutluluk kalıcı olur. Başarı paylaşıldıkça güzelleşir.
Steve Jobs Olmak
Steve Jobs hikayesinin en ünlü alıntılarından biri olacak şu cümle ile Sculley anlaşmasını kapatıyordu, 'Hayatının kalanını şekerli su satarak mı geçirmek istersin, yoksa dünyayı değiştirmek mi ? '
Steve her ne kadar akıllı olsa da, dışarıdaki gösterişli insanların hali hazırda kendisi için çalışanlardan daha güçlü olduğuna çabucak kanarak isabetsiz işe alım kararları vermişti.
Steve kendisiyle başa çıkabilecek kadar güçlü ve kendi zayıflıklarını kapatabilecek kadar özerk insanlardan oluşan bir grup toplamıştı.bu grup da onu yönetmek için kendi taktiklerini geliştirmişti. 'sanki ortak bir düşmanımız var gibiydi' diyor Rubinstein. Takımın üyeleri sık sık bir araya gelip en iyi olacağını düşündükleri kararı Steve'a nasıl onaylatacaklarını planlıyor, Steve'in daha bencil ve iyi düşünüşmemiş kararları ile önyargılarını yıkmanın yollarını arıyor ve bundan sonra ne yapmak isteyebileceğini çözmeye çalışıyorlardı. 'İşleri doğru bir şekilde yapma konusunda bize güvenebileceğini biliyordu' diyor Tevanian.
Gerçek fikirlerini tatlı sözler ardına saklayan biri aslında diğer kişilerin hislerini o kadar da önemsemiyor olabilir. Sadece pislik biri olarak görünmek istemiyordur.
Yakın çevresi Steve'in ağır eleştirilerini kişisel algılamamayı öğrenmişti. Susan Barnes'ın da dediği gibi 'o bağırmanın sebebini anlamak için bağırışı aşma'işini iyi öğrenmişlerdi. Steve de onlardan bunu bekliyordu, hataya düştüğü zaman karşı atağa geçmelerini bekliyordu.
Geçmişteki başarıları sayesinde o masada bir koltuğu hak etmişlerdi ama geçmiş Steve'in umrunda değildi. 'Steve söz konusu olduğunda' diyor Ed Catmull, 'geçmiş bir ders olabilir ama geçip gitmişti. Steve'in sorusu her zaman çok netti: ' Daha da ilerlemek için ne yapacağız ?'
'Steve'e katlanırsanız sizi potansiyelinizin üstüne çıkarırdı 'diyor Lee Clow. İstediğini alma konusunda bu rahatsız edici yaklaşımını kaldıramayan duygusal insanlar zaten çıkıp gidiyordu.
Johnson diyor ki : İlk tanıştığımızda neredeyse her konuda en azından 2-3 saat sohbet ettik. Bana, 'Seninle iyi arkadaş olmak istiyorum, çünkü nasıl düşündüğümü anladığın zaman haftada bir ya da iki kez konuşmamız yetecek. O zaman geldiğinde bir şey yapmak istiyorsan sen direkt yapacaksın ve benden izin istemen gerekmiyormuş gibi hissedeceksin.'
Steve takımına ulaşılması imkansız gibi görünen acımasız hedefler koyuyordu. Bu takım Steve'in durmak bilmeyen meraklarını gidereceğini ve sınırlarını zorlayacağını iyi bilen doğuştan hırslı insanlardan oluşuyordu. 'Steve için çalışırkenn en sevdiğim şey' diyor Cue ' imkansızı başarabileceğimi tekrar tekrar öğreniyor olmaktı'
Linkedln'in kurucu CEO su Reid Hoffman şöyle diyor.' Bir iş sona erdi diye, çalışanınızla ilişkiniz de sona ermek zorunda değil. Değerli bir çalışan, size ayrılmak istediğini söylediği zaman yapacağınız ilk şey onu kalmaya ikna etmek olmalıdır. İkinci şey ise yeni işini tebrik etmek ve şirketinizin eski çalışanlar grubunda her zaman yeri olacağını söylemektir'
Steve her ne kadar akıllı olsa da, dışarıdaki gösterişli insanların hali hazırda kendisi için çalışanlardan daha güçlü olduğuna çabucak kanarak isabetsiz işe alım kararları vermişti.
Steve kendisiyle başa çıkabilecek kadar güçlü ve kendi zayıflıklarını kapatabilecek kadar özerk insanlardan oluşan bir grup toplamıştı.bu grup da onu yönetmek için kendi taktiklerini geliştirmişti. 'sanki ortak bir düşmanımız var gibiydi' diyor Rubinstein. Takımın üyeleri sık sık bir araya gelip en iyi olacağını düşündükleri kararı Steve'a nasıl onaylatacaklarını planlıyor, Steve'in daha bencil ve iyi düşünüşmemiş kararları ile önyargılarını yıkmanın yollarını arıyor ve bundan sonra ne yapmak isteyebileceğini çözmeye çalışıyorlardı. 'İşleri doğru bir şekilde yapma konusunda bize güvenebileceğini biliyordu' diyor Tevanian.
Gerçek fikirlerini tatlı sözler ardına saklayan biri aslında diğer kişilerin hislerini o kadar da önemsemiyor olabilir. Sadece pislik biri olarak görünmek istemiyordur.
Yakın çevresi Steve'in ağır eleştirilerini kişisel algılamamayı öğrenmişti. Susan Barnes'ın da dediği gibi 'o bağırmanın sebebini anlamak için bağırışı aşma'işini iyi öğrenmişlerdi. Steve de onlardan bunu bekliyordu, hataya düştüğü zaman karşı atağa geçmelerini bekliyordu.
Geçmişteki başarıları sayesinde o masada bir koltuğu hak etmişlerdi ama geçmiş Steve'in umrunda değildi. 'Steve söz konusu olduğunda' diyor Ed Catmull, 'geçmiş bir ders olabilir ama geçip gitmişti. Steve'in sorusu her zaman çok netti: ' Daha da ilerlemek için ne yapacağız ?'
'Steve'e katlanırsanız sizi potansiyelinizin üstüne çıkarırdı 'diyor Lee Clow. İstediğini alma konusunda bu rahatsız edici yaklaşımını kaldıramayan duygusal insanlar zaten çıkıp gidiyordu.
Johnson diyor ki : İlk tanıştığımızda neredeyse her konuda en azından 2-3 saat sohbet ettik. Bana, 'Seninle iyi arkadaş olmak istiyorum, çünkü nasıl düşündüğümü anladığın zaman haftada bir ya da iki kez konuşmamız yetecek. O zaman geldiğinde bir şey yapmak istiyorsan sen direkt yapacaksın ve benden izin istemen gerekmiyormuş gibi hissedeceksin.'
Steve takımına ulaşılması imkansız gibi görünen acımasız hedefler koyuyordu. Bu takım Steve'in durmak bilmeyen meraklarını gidereceğini ve sınırlarını zorlayacağını iyi bilen doğuştan hırslı insanlardan oluşuyordu. 'Steve için çalışırkenn en sevdiğim şey' diyor Cue ' imkansızı başarabileceğimi tekrar tekrar öğreniyor olmaktı'
Linkedln'in kurucu CEO su Reid Hoffman şöyle diyor.' Bir iş sona erdi diye, çalışanınızla ilişkiniz de sona ermek zorunda değil. Değerli bir çalışan, size ayrılmak istediğini söylediği zaman yapacağınız ilk şey onu kalmaya ikna etmek olmalıdır. İkinci şey ise yeni işini tebrik etmek ve şirketinizin eski çalışanlar grubunda her zaman yeri olacağını söylemektir'
28 Eylül 2014 Pazar
Bellona ile Birleşik Arap Emirlikleri (BAE)
Sabah
kalkar kalmaz valimizi toparladım. Öğlene doğru evden çıktım.
Samsun Çarşı mağazasına gidip kendime valiz alıp arabamda
normalde götürdüğüm valizin içindeki eşyalarımı diğerine
yerleştirdim. Akşam normalde benle gelecek olan Çarşamba bayisi
Mehmet abi sağlık sorunlarından kaynaklı gelemeyince kendi başıma
uçağa bindim.
İner
inmez valizimi alıp dış hatlara geçtim. Amasya bayisi İlker
kendi gitmemesine rağmen babasını yolcu etmek için oradaydı,
muhabbet ettik falan peşine Bafra bayisi Mestan ile pasaport
kontrolden içeri geçtik. Wings lounge da oturduk, Kastamonu bayisi
İbrahim abi ordaydı peşine Sinop bayisi Ömer amca geldi. Yedik
içtik muhabbet ettik.
Uçak
kalkmasına yakın geçip yerlerimize yerleştik. 00:30 da uçağımız
havalandı. İbrahim abi tur şirketinin sahibi aynı zamanda da
rehberimiz Tuncay abiyle yan yana oturdu, ben de onların karşı koridor tarafında. Mestan ile biraz muhabbet ettik.
Peşine uyuduk, Yemek geldi diye bi uyandım, daha da pek uyku
tutmadı. Uçak biraz dandikti, pek sevmedim, kişiye özel bir ekran
bile yoktu. Toplam Bellona grubu olarak 70 kişiydik.
Kastamonu Bellona Bayisi İbrahim Abi ile.. |
Yolculuğumuz
4 saat sürdü. BAE bizden 1 saat ileri olduğundan Dubai'ye 5:30 gibi
indik. Pasaport kontrolde falan fazla beklemedik. Valizleri alıp
çıkarken internete bağlanmak için kontorlü cep telefonu hattı
aldım.( aldım almasına ama satan beyefendi eksik bilgi verdiğinden
daha fazla ücret ödemem gerekiyormuş, otelde ve avm lerde wifi
olduğundan pek de ihtiyaç kalmadığından aramalarda kullandım
hattı ) . Havaalanından çıkınca otobüste en az yarım saat
bekledik. Vizesini eski pasaportuyla alıp yeni pasaportuyla gelen ve
havaalanında çıkışı bulamadığından otobüsümüze ulaşamayan saygıdeğer bayiilerimizi bekledik. İstikamet sabah
kahvaltısını yapacağımız İstanbul Flower adlı bir restorandı.
Sıradan bir kahvaltı yapıp 15 dakika kadar yolculuktan sonra
otelimize vardık. Crowne Plaza, 5 yıldızlı bir otel. Odalar çok
şükür ki tek kişilikti rahat oldu. Odam otelin 6.katında ve 3
kat alttaki havuz ve caddeye bakıyordu.
Yol
biraz yorduğu için öğlen 3 e kadar dinlenme verdiler. Herkes
odalarına yerleşti, biraz uyudum iyi geldi. Otelin arkasında
buluştuk. Otelin kapısından çıktım sıcak mı sıcak bir rüzgar dedim herhalde
klimarın motorları bu bölümde aman Allahım
o nasıl bir sıcak, 43 derece. Kır yumurtayı çöl kumuna rafadan
tavadan anında pişsin. Çöl safarisine gideceğimiz için Toyota
Land Cruiser ciplere bindik. Cip başına 6 şar kişi
bindik.Aracımıza tanımadığımız yabancı bir bayii bindi, 24-25
yaşlarında birisi. Sordum Rize de yeni bir bellona bayiliği almışlar.
İbrahim abi duymamış nereli olduğunu bana sordu ben de dedim Rize
bayisiymiş diye. R harflerini diyemediğimden O da anlamış Vize
bayisi diye. Meğer Tekirdağ'ın Vize adında bir ilçesi varmış,
İbrahim abi, Cevat kardeşimizi öyle 1-2 gün Tekirdağ Vize
bayisi sanmış.
Yolda
market gibi bi yerde mola verip namaz kıldık, çoğu bayii arap
kıyafeti alıp giyindi. Mola yerinden 5 dakika uzaklıkta tüm
cipler buluştu ve safariye başladık. Çöl safarisi denilen şeyi
hep böyle hayvanları göreceğimiz bir şey olarak düşünürdüm.
Meğersem içindeki yolcuların korkudan bağırdıkça gaza gelen
Arap şöförlerin, kum tepelerinden daha da süratle inip çıkmasıyla
araç sürmesinden ibaretmiş. Araba devrilecek diye ödümüz koptu.
Ömer amca maşallah maşallah dedikçe Arap şöförümüz Hasan
abimiz daha fazla gaza yüklendi. Kuma saplanan araçları 1-2
dakikada hemen halat bağlayıp çektiler.13-15 araç peşpeşe deli
gibi gittik. Bir yerde durup mola verdik daha sonra da akşam
yemeğini yiyeceğimiz çölün ortasında bir vaha demim ama
harbiden öyle bir yere geldik.
Land Cruiser' larla yaptğımız çöl safarisi bitiminde güneşin batışını izledik. |
Akşam
yemeği için mola verdiğimiz bu yerde ortada bir sahne, çevresinde
bizler yerde yer sofralarında oturuyorduk,kenarlarda da hediyelik
eşya dükkanları, yiyecek ve içecek büfeleri vardı. Sıraya
girip lavaş arası et tarzı dürümümüzü alıp oturduk. Aç
olduğumuzdan biraz fazla sıraya girmişiz ki fazla almışız
dürümleri,ama iyi doyduk çok şükür. Yemekten sonra ortaya
mevlevi tarzı dönen birisi gelip döne döne bir gösteri sundu,
peşine herkes naş araçlarımıza binip doğru otelimize. Odam çok
soğuktu, klimanın ayarını ne kadar sıcağa getirsem de bir türlü
odayı sıcak hale getirmeyi beceremedim, yorganı çekip, kafayı
vurup uyudum.
Sabah
kalkıp 9 gibi otobüslerimize bindik ve Dubai şehir turumuza
başladık. İlk gittiğimiz yer tüm dünyada 7 yıldızlı olarak
bilinen ama 7 yıldız diye bir kavram olmadığı için 5 yıldızlı
olup yelkeni andıran Burj El Arap dı. 54 katlı otelin müteahhiti
Antepli olduğundan asansöre 27 düğme koymuş. ( rehberden alıntı
:) Şaka lan şaka, her oda dublex olduğundanmış. Otelde fiyatlar
2.700$ ile 27.000$ arasında değişiyormuş. Hal öyle olunca oteli
2-3 deniz mili öteden kıyıdan fotoğraflamak zorunda kaldık. (
amerikan filmlerindeki gibi oldu. Bu arada hala anlamış değilim
konuyla alakası yok ama amerikan polis filmlerinde mahalle
aralarında hırsız polis kovalamacası yaşanırken kovalayan polis
ne yana dönse anında telsizden zanlı şu sokaktan
kuzeybatı/güneydoğu istikametine yöneldi diye anons ediyor,
kaldığımız otelde kıbleyi bulacam diye camdan bakınca görünen
binaların gölgesinden hareketle ,saate bakıp, Dubai , Mekkenin
neresine düşüyor diye google earth den de bakıp, önüm kuzey
arkam güney mantığından yola çıkarak bulmam 5-10 dakkamı aldı,
tebrik ederim amerikan aynasızlarını :)
Umre uçağı yerine yanlışlıkla Dubai uçağına binen masum bayiiler :) |
Sonraki
durağımız, yukarıdan yane uçaktan ya da uydudan tabii havadan
paraşütle de atlarken de görmek ayrı bir seçenek palmiye
şeklinde olduğu görülebilen palmiye adası oldu. Adanın başından
sonuna kadar yolun üstünden havadan beri giden bir tramvay
yapmışlar, ve adanın en ucunda bulunan 5 otelin kara bağlantısını
yapmak için de denizin altından 900 metrelik araç tüneli inşaa
etmişler. Bu tünel ülkemizde yapılan Marmaraya kadar dünyanın
en uzun denizaltı tüneliymiş ve açılışını Amerikan başkanı
rahmetli Kennedy , Taçsız Kral Pele, Fenerbahçeli Celil beraber
yapmışlar. Marmarayın açılışındaki şaşadan dolayı bu tünel
insanlık için sıradan bir tünel haline gelmiş adına 41 gün
tüneli demişler :) Tünelin ucu Mahmut hocanın odasına çıkmadığı
gibi dünyanın en şaşalı otellerinden biri olan Atlantis gibi 3-5
otele çıkıyordu. Atlantis otelde suyun altında akvaryum gibi
odalar varmış. Oda fiyatları 1.100 $ dan başlıyormuş. Çok
şükür ki Burj el Arab dan daha ucuzmuş. O odaları gördüğümde
balkonlu apartman dairesi gibi geldi gözüme , balkona da çamaşır
ipi gerdin mi tamam yane. Suni bir ada, palmiyenin gövdesinde toki
blokları gibi inşaa edilmiş terkedilmiş şehir görüntüsü olan
caddeler palmiyenin dallarında da 15-20 milyon dolarlık villalar ,
hollywood artisleriyle komşu olma fırsatı gel vatandaş buraya
gelll, şener şenin kısık kısık bağırması misali domates,
domates, domatesss.
Dünyanın
en büyük yapay marinası olan yere gittik, bi yapaydı bi yapaydı
anlatamam, gördüğümde hemen anladım imitasyon olduğunu. Sen dök
betonu yap marina, biz de tüm kıyı şehirlerimize yapmayı
düşünüyoruz zaten. Bizim yıkılan balıkçı barınağımızın
önündeki gariban sandalı da bağlayacak bi yerimiz olur böylece.
Dubai Marina |
Heryerde
koştur Allah koştur fotoğraf çektik, 5 dakika otobüs dışına
çıkıyoruz, fotoğraf çekinip içeri geri geliyoruz, tshirt komple
ter. Allahdan İlker in aklına uyup avcı şapkası aldım da rahat
ettim. Şapkası olmayan bazı bayiiler ceplerindeki takkeleri takıp
dolaştılar, unutulmayacak anekdot oldu bizim için :)
Yemeğinizi yerken kayak yapanları seyredebiliyorsunuz. |
Cuma
namazını kılmak için bir camiiye götürdüler bizi, içeride yer
olmadığı için seccade alıp dışarıda kıldık. Hutbeyi
dinlemek farz olduğu için Arapça olan ama hiçbirşey
anlamadığımız hutbeyi dinledikten sonra namaza durduk off bu ne
sıcak. Alnımdaki ter güneş gözlüğüme damlıyor oradan
aşağıya. 2 rekat kılıp hemen kaçtık walla. İbrahim abi
,Mestan ve Cevatla bir taksi tutup Dünyanın en büyük avm si olan
dünyanın en yüksek binası olan Burj Khalifanın altındaki Dubai
Mall'a gittik. Bizimkilerden ayrılıp, yıllar önce Samsunda
tanışıp 2.5 yıldır Dubaide yaşayan Kemalle buluştum. 2-3 saat
bir kitapçının içerisinde gökdelen manzaralı bir kafede oturup
muhabbete daldık. Konular malum ülke gündemi, Dubaide
hayat, nerede o eski Samsun ahh ahh. Peşine alışveriş için
mağaza mağaza dolaştık ki ben alacam diye dolaşırken kemal
güneş gözlüğü aldı :) İşimiz bitince Kemalin arabanın park
ettiği yerin numarasını unutmasından kaynaklı baya bir süre
aracı arayıp bulduktan sonra beni otele bıraktı. Dinlendim, duj
falan peşine Kemal kardeşim eşiyle gelip otelden beni aldı.Bellona
grubu haliçte seyahat eden bir gemi üzerinde yemeğini yemiş. (
sıcaktan bunalmış, hiç beğenmemişler :-) Beraber Emirates Mall
daki Cheese Cake Factory'e oturduk. Restoran, avm nin içindeki kayak
pistinin hemen yanındaydı. Kayak yapanları, kar topu izleyenleri
izlerken yemek yiyorsun, harika bir keyifti. Makarna, peşine tabii
ki cheesecake, çay falan çok güzel bir yemekti. Kemalin eşi Evin
avm de kaldı, Kemal beni otele bıraktı.Vedalaştık, lobiye
bizimkilerin yanına geçtim ki cep telimi kemalin araçta unutmuşum.
Tabii Kemal in cep teli de ezbere bilmiyorum, aklıma geldi bir
ark.ın cep telini ödünç alıp face e girip kemale oradan beri
yazdım. Allahdan gördü de, 15-20 dakikaya çok zahmet oldu ama
geri otele gelip telefonu getirdi.Lobide bayii dostlarımızla
muhabbetimiz devam etti. Peşine oda ve yatış.
Değirmenci Ailesiyle Cheese Cake Factory'de akşam yemeği keyfi |
Sheikh Zayed Camisi |
8
de uyanıp duş ve kahvaltı, saat 9 da otobüse bindik. İstikamet
Abu Dhabi. Yolculuğumuz 1.5 saat kadar sürdü, yol boyunca uyudum.
Ülkenin
en büyük camisi olan Sheikh Zayed Camisine geldik. 2007 yılında
inşası biten camide aynı anda 40 bin kişi ibadet edebiliyormuş.
Zayed
bin Sultan Al Nahyan Birleşik
Arap Emirliklerinin kurucusudur. 33 yıl ülkeyi idare etmiş olup
2004 yılında vefat etmiştir ve kendi adına yaptırmış olduğu
caminin avlusuna defnedilmiştir. Camii dış görüntü itibariyle
fazlasiyle Taç Mahal'e benzettim. Her tarafı bembeyaz olan Camiinin
avlusu çok geniş ve çevresi süs havuzlarıyla kaplı. Camiiyi bol
bol gezip fotoğrafladıktan sonra şehri turladık, meşhur
otellerin, Abu Dhabi emiri ve ailesinin evlerinin önünden geçtik.
Bi yerde mola verip sahilde fotoğraf çektik, hediyelik eşya aldık.
Öğle yemeği için Abu Dhabi deki Crowne Plaza oteline geçtik.
Otelin 14.katındaki restoranda açık büfe yemek ikramı vardı.
Yemekleri baya beğendim. Hurma pazarına gittik, isteyenler
hediyelik hurma aldılar.
Bir
sonraki durağımız 200.000 metrekare üzeri kapalı alana kurulmuş
eğlence merkezi Ferrari World'dü. Bu eğlence merkezi dünyanın en
büyük kapalı eğlence merkezi olup yine dünyanın en hızlı
roller coastera (saatte 240 km hıza çıkıyor ) sahip. Roller
coastera bindiğinizde 4 saniyede 200 km hıza ualşıyorsunuz ve
binmenizle inmeniz arası 47 saniye sürüyor. Daha içinde birçok
extreme oyuncaklar barındıran bu komplexde vaktimiz olmadığı
için sadece Ferrari Store da vakit geçirdik. Yane içeri girmedik,
hiçbir şeye binmedik. Mağazada gezdik ama çok da pahalıydı,
nerdeyse kimse hiçbirşey almadı. Alan da şapka,fincan, anahtarlık
gibi şeyler aldı.
Sheikh Zayed Camisi |
6
gibi otelimize vardık. Akşam 9 a kadar odalarımızda dinlenip
otobüsle sahil tarafında bir Lübnan restoranına gittik.
Rehberimiz otobüste o kadar tembihledi ki masaya oturduğunuzda
soğuk mezeler vardır peşine sıcak mezeler gelir, hepsini yiyip de
karnınızı doyurmayın ana yemeğe yer bırakın diye. Biz de aynen
dediği gibi yaptık. Pek ekmek yememeye çalıştık ama maşallah
herşeyi sildik süpürdük. Oturduktan 1 saat sonra falan rehbere
dedim ki ya abi biz hala ana yemeği bekliyoruz. Garsonu çevirip
sordu, ne dese iyidir, biz getirdik zaten. Biz meze diye gelen ana
yemeği de yemişiz açlıktan ama doymamışız.Ana yemek dedikleri
de 2-3 er parça ufak et ve tavuk parçalarından oluşuyordu. Bir
tabak daha getirdiler de yedik, üstüne meyve yiyince açlık
hissimiz gitti işte. Canlı müzik vardı, aşırı sesden rahatsız
olup birkaç kişi balkondaki masalara oturduk. Peşine otele gelip
lobide biraz muhabbetten sonra yatıp uyuduk.
Sheikh Zayed Camisi |
Sabah
10:30 da lobiye inip valimizi verip check out yaptım ,kahvaltımızı
yapıp taksiyle tahtakale gibi ucuz elektronik malzeme satılan
Nasır Square'e gittik. Aynı bizim sirkeciye benzeyen bu yerde
binaların altındaki irili ufaklı dükkanlarda her türlü
elektronik malzemeler satılıyor. Avm lerle %10-20 gibi fiyat fark
ediyor. Garantide belki sıkıntı olabilir ama zaten Türkiyede
kullanacağımız için avm lerden de alsak bizim için bir şey
farketmiyor. Kuzenime fotoğraf makinesi aldım ardından taksiyle
Deira City Centre adlı bir avmye geçtik. Dolaş dolaş dur,
yorulduk bir cafeye oturduk millet kahve içti ben de milk shake.
Ordan taksiyle Dubai Mall'a geçtik. Alışveriş merkezinde baya bi
gezindik,cheesecake factory de tatlı yedik. Cotton,Mado,Mavi Jeans
gibi markaların dünyanın en büyük avm sinde mağazaları
bulunuyordu, görünce çok sevindim. Akşam 9 a doğru avm nin
yanındaki Burj Khalifa nın havuzunda su gösterisi vardı. Her
yarım saatte bir 3-4 dakika süren gösteriyi herkes heyecanla
izledi. Taksiyle otele geçtik, aldığımız eşyaları lobideki
valizimize yerleştirdik. 11 de oteli terkedip havalanına geçtik.
Uçağımız gece 2:30 da olduğundan boş boş mağazaları
dolandık, sonra bişeyler alıp Mcdonalds'a oturduk. Uçağa binmek
üzere salona geçtik ama biraz rötar yaptığından bekledik. Uçağa
geçtik, cam tarafında oturduk. Yanıma kaldığımız 4 gün
boyunca her karşılaştığımızda nere bayisi olduğumu soran
Ankaradan bir bayii oturdu, yine sordu nere bayisi olduğumu :) Uçak
kalkarken yine sordu, hayret inerken sormadı. Yol boyunca
yorgunluktan öyle uyumuşum ki uçağın lastikleri yere vurmasıyla
uyandım. İbrahim Abinin elinde telefonun hesabına göre sabahdan
akşama 15 km yol yürümüşüz. Bi de sırtımda 7 kilo kadar
fotoğraf makinesi çantam vardı ki askerdeki gibi tam teçhizatlı
koşudan bir farkı kalmadı.
Karadenizdeki Bellona Bayiileriyle Ferrari World'de.. |
Can Dostlarımla beraber |
Sabah
7 de İstanbula indik. Valizler gelsin diye baya bir bekledikten
sonra hep beraber iç hatlara geçtik. Şort,terlik geldiğimden kot
pantolon, ayakkabı üstümü değiştim. Bizimkilerle vedalaşıp
ayrıldık, biraz oturup bekledim, İlhan gelip beni aldı. DTM deki
ofislerine geçtik. Tost falan yiyip muhabbet ettik. Sonra ayrılıp
metroyla fatihe geçtim. Eniştemle ablam arabayla gelip beni
aldılar. Fatihdeki Sütişe geçtik beraber. Bişeyler içip oradan
da itfaiyenin oradaki lokantalardan birinde Siirtin meşhur Büryan
Kebabından yedik. O kadar yorulmuşum ki oradan ablamın çalıştığı
hastaneye geçerken uyumuşum. Boğazın kenarında 1800 lü yıllarda
Sultan Abdülmecid'in kızı ve eşinin kalması için yapılmış
eskiden kalma Baltalimanı Sarayı günümüzde Baltalimanı Kemik
Hastanesi olarak kullanılmaktadır. Boğaz manzaralı kafeteryasında
çayımızı yudumladıktan sonra sahilde baya bir yürüdük. Sonra
liseden arkadaşlarımla buluşacağım Kuruçeşmedeki bu sene 3.kez
buluştuğumuz The Market adlı restauranta geldim. 7-8 kişiydik.
Almanyadan Vefa, Kongodan Deniz, Bursadan Yusuf' un geceye katılması
harika oldu. Güncel siyasi meselelerden tutun da ekonomiye, gündelik
hayatımızdan lise yıllarımıza varan muhabbetimizi gece 12 ye
doğru noktaladık. Geceyi Yusuf ile beraber İsmailin Bakırköydeki
evinde geçirdik. Sabah 9 gibi kalkıp indik aşağıya, bizimkilerle
vedalaşıp taksiyle havaalanına geçtim. Bu yazının birçoğunu
İstanbuldan Samsuna dönerken yazdım. İndiğimde yazdığım lap
topumu koltuğun önündeki cepte unutunca birgün sonra kayıp eşya
bürosundan alabildim.
Birleşik
Arap Emirliklerine (BAE) dönecek olursak ;
Başında
müslüman idarecilerin olduğu, suni de olsa bu kadar gelişmiş
şehirlerin olduğu, insanların barış içerisinde yaşadığı bu
ülkeye hayran kaldım. Avrupa, Amerikadan farkı yok. Herkes
istediği gibi hayatını yaşıyor.,isteyen çarşafla,isteyen mini
etekle geziyor. Nüfusun %20 si Arap geri kalanı 200 farklı
milletin vatandaşı. BAE vatandaşı sonradan olunmuyor, doğuştan
değilseniz evlenme yoluyla vb yollarla da olamazsınız.
Çalışıyorsanız oturma izniniz oluyor, işten çıkarılırsanız
, oturma sebebiniz ortadan kalktığı için size 1 ay süre
veriyorlar, yeni bir iş bulamazsanız güle güle BAE.
Ülkede
vergi yok. Yatırım yapmak istiyorsanız serbest bölgede şirket
açabilirsiniz ama sadece yurtdışından ürün getirebilir, ülke
içine başka bir BAE şirketi üzerinden pazarlayabilirsiniz. Başka
ülke vatandaşının ülke sınırları içinde şirket açması
için %51 ortaklı BAE vatandaşı bulması lazım. Yani ne
yaparsanız yapın %100 yabancı sermayeli bir şirketin ülkede iş
yapması olanaksız.
Arabalar
ucuz, benzin 1.2 TL bizde 5 TL. Yıllardır bizim çözemediğimiz
cari açığı adamlar petrol ve turizmle çözmüş herkes lüks
arabalara biniyor.
Herşeyin
'en'ini yapmışlar. En uzun bina, en büyük avm, en büyük yapay
ada, en büyük kapalı eğlence merkezi,en büyük klimalı açık
hava alışveriş merkezi, dünyada tek avm içinde kayak pisti bla
bla bla diye gidiyor.
Cuma
günü haftalık tatil olduğundan avm ler dışında mağazalar
kapalı. Bizdeki haftasonu onlarda Cuma Cumartesi. Anlayacağınız
Pazar günü ilk iş günü :)
Sokakta
içki içmek yasak, eğlence mekanları sabaha kadar nerdeyse açık,
alkol almak isteyen bardakta alıp içebiliyor. Eğlence mekanları
dışında içki satışı yasak.
Cep
telefonu ya da fotoğraf makinesi gibi elektronik malzemeler ucuz
olduğundan alınabilir, avm lerle caddedeki mağazaları fiyat için
kıyaslamayın, Nasır Square'e gidip mağazalar arası en ucuz fiyat
için dolaşıp pazarlığınızı yapın ve alacağınızı alın.
Avm
lerde dışarı çıkıp el edip de taksi çevirmiyor, en alt kata
iniyor klimalı salonda taksi kuyruğunda bekliyorsun.
Dünyanın
en yüksek binası olan Burj Khalifa'ya çıkmak için önceden
randevu almak gerekiyor, birkaç saat sonraya randevu veriyorlar. (
Randevu internet üzerinden de alınabiliyor) Bina daha yüksek
olmasına rağmen ziyaretçiler 124.kata kadar çıkabiliyor.
Randevuyla çıkmak için 40 dolar kadar ücret veriyorsunuz. Yok
benim işim var, hazır gelmişken hemen çıkim derseniz hiç sıra
beklemeden Vip bileti 100 dolara alıp 1 dakika sonra 124.katta
oluyorsunuz.
Hava
biz gittiğimizde 43-45 derece aralığındaydı. Eminim hissedilen
sıcaklık değeri 50 nin üzerindedir. Geceleri serin olabilir,
hafif bişeyler alın dediler üstünüze. Yalannn. Gece gündüz
aşırı sıcak. Nem çok fazla. Siz siz olun kışın gidin, zaten
yılın en serin olduğu zamanlar 25 derece falan oluyormuş hava.
Dışarıda nefes alıp yürüyüş yapma imkanınız olur, yoksa avm
lerden dışarı zor çıkarsınız.
Tüm
taksiler Dubai Şeyhi Maktum'a ait. Taksilerin alt tarafı krem rengi
üst tarafı 3-4 farklı renkte. Her rengin farklı anlamı var,
mesela pembe taksilerin sürücüleri bayan ve sadece bayan
müşterileri alıyor. Diğerlerine de bayanlar binebiliyor ama
tercih meselesi. Metro vagonlarında falan da bayanlara özel
vagonlar mevcutmuş. Bizim İETT orada RTA, rehberimizin deyimiyle
Recep Tayyip Ardoğan :)
Tv
de Kuzey Güney, Muhteşem Yüzyılı arapça konuşurlarken
görürseniz şaşırmayın :)
Yollar
alabildiğince geniş öyle ki büyüme hedefleri olduğu için şehir
dışı yollarını bile 6 şar şerit yapmışlar. 10 yıl sonraki
Dubaiyi hayal bile edemiyorum. Yabancılara arazi satışı yok, ama
isterseniz daire alabilirsiniz.
Yemekleri
güzel, Lübnan,Cezayir tarzı Arap mutfağı olduğundan bizim
yemeklerimize yakın tadları var. Şükür aç kalmadık. Hatta Burj
El Araba yakın Turkish Village adındaki restoran malzemeleri
Türkiyeden getirttiğinden çok lezzetliymiş.
Birleşik
Arap Emirliklerine gelirseniz Abu Dhabiyi görmeden dönmeyin,
özellikle muhteşem bir eser olan Sheikh Zayed Camisi görülmeye değer.
Bir sonraki seyahatimde görüşmek dileğiyle...
Bir sonraki seyahatimde görüşmek dileğiyle...
9 Ağustos 2013 Cuma
St.Petersburg Üzerine...
Perşembe
akşamı baya heyecanlıydım ertesi günü st.petersburga
gideceğimden.1-4 Mart arası arası orada buluncaktım.Cuma sabahı
7 de uyanıp valizlerimi alıp aracımla havaalanına geçtim. Her
zamanki gibi yolcu eden kimse olmadı :)
Sabah
07:50 uçağıyla İstanbula uçtum. Normalde 9 buçuk gibi en geç
inmem gerekirken zannediyorum geç kalkmasından geç valizlerin
verilmesinden 10:30 u buldu iç hatlardan çıkmam. Direkt dış
hatlara gittim, vista turizmin kontuarını bulup birkaç kişiyle
tanıştım. Gruptan tanıdığım Trabzon bayisi Veysel abi vardı.
Yanında da kömür tüccarı Musa abi. Valizleri verdikten sonra üst
kattaki yemek salonunda bişeyler atıştırıp aşağıya indik.
Onlar içeri geçtiler ben cuma namazı için bekledim. Uçak kaçırma
endişesiyle de olsa cumayı kıldım. Koştura koştura pasaport
kontrolden ve güvenlikten geçip , kan ter içinde kalarak biniş
yerinde otobüsü yakalayıp uçağa bindim. Yanıma hiç tanımadığım
birisi oturdu. Krediver diye firma ile gittiğimizden grup 50-60 kişi
kadardı ve hep esnaftı. Yanımdakiyle ki abi diyordum yol boyunca,
yol esnasında öğrendim ki yaşıtımmış, çok şaşırdım. Bana
bir arkadaşım adam demişti, ben de içimden gülmüştüm. İşte
yanımda oturan 34 yaşında harbiden bir adamdı. Zaten kendisine de
ifade ettim çok olgun göründüğünü , dedi sen bekarsın ya
ondandır :)
Rusyanın
en turistik şehriymiş Moskova ile St.Petersburg. Süper güç olan
Rusyaya uçakla inip de o havaalanını görünce oha yane oldum.
Bizim hiçbir şehrimizde bu kadar berbat, kötü bir havaalanı
eminim yoktur. Uluslararası havaalanının bu kadar kötü olması
içimden bu şehrin ne kadar kötü olacağını aklıma getirdi.
Metronun 50 yıl yapılmış olmasının bir artısı kalmıyor böyle
olunca. 25 milyon insanın ölmesine sebep olan stalin metroyu
yapmış, üstüne çivi bile çakmamışlar yane.
İner
inmez otele gittik. Türkiden 2 saat ileriydi saati ve indiğimiz
gece hava -10 derecelerde. Otelde oda anahtarlarının yemekte
dağıtılacağı söylendi ben rica ettim önden alıp odama
yerleştim peşine yemeğe indim. Yemekten sonra yorgunluktan çıktım
odama, Günlük internet pakedi alıp internette takıldım.
Sabah
8:30 gibi uyandım. Duş falan derken peşine kahvaltıya indim.
Güneş burada 8:50 de doğuyor. Enteresan bir şehir. Saat 10 da
lobide toplanıp 2 otobüs dolusu grupla şehir turuna çıktık.
Öyle bi panoramik tur attırdılar. Öğle yemeğini yiyip peşine
serbest bıraktılar. Veysel abileri daha ayrılır ayrılmaz hemen
dibimizdeki pazar yerinde kaybettim. Kendim gezmeye başladım.
Kiliseleri gezdim, sabahleyin götürdükleri Tatar Camisine gittim.
Donmuş nehrin üstünde 1 saat kadar oyalandım. Nehirin 1-2 yerinde
havuz gibi yer yapmışlar çok ufak, girmek isteyen insanlar daha
dayanıklı,dirençli olmak amaçlı girip çıkıyorlar. 1-2 kare
yakalamaya çalıştım ama olmadı ne yazıkki. Hepsi çıkmış
güneşleniyorlardı mayolarıyla.
Sabahdan
aman düşersiniz çok ileri gitmeyin tehlikeli olabilir dedikleri
donmuş nehrin üstünden yürüme karşıya geçtim. Baya bir mesafe
vardı. Korkmadım deil ama o kadar çok insan vardı ki nehrin
üstünde ,olmuş sanki yürüme yolu.
Otele
kadar hem yürüyüp hem de etrafı tanımaya, fotoğraf çekmeye
çalıştım. O kadar yol yürüdüm ki çok yoruldum baktım gps den
hala baya bi mesafe var, artık pes edip taksi tuttum. Taksimetre bu
çok gelişmiş şehirde hala yok. Pazarlık usulü biniyor herkes.
Zaten taksi de çok nadir geçiyor. Taksici dedi
500 ruble. Ben dedim 400 taksici tamam dedi bindim. 300 ruble 10
dolar yapıyor.
Otele
gittikten sonra az odaya çıkıp dinlenip peşine lobiye indim.
Lobide toplanıp yemeğe geçtik.Gittiğimiz restoranda canlı müzik
vardı. Pahalı biryer olduğu her halinden belliydi. Veysel abi ve
diğer bellona bayileriyle koyu bir bellona muhabbetine daldık.
Yemekten sonra otele geldik. Bizimkilerle lobide muhabbet edip
çıktım odama. Yine bağlandım internete. İnternetten Hababam
sınıfını izlerken uyuyakalmışım.
Sabahleyin
kahvaltımızı yapıp otobüsümüze bindik. Gittik dünyanın en
büyük müzelerinden birisi olan Hermitage Müzesine. 3.000.000 eser
sergileniyormuş. Zamanında rus çarı olan onların tabiriyle
1.petro bizim tabirimizle deli petronun kaldığı saray gerçi petro
yüksek yapılardan kapısı ,tavanı yüksek yapılardan
korktuğundan minik ev tarzı yerler inşaa ettirip oralarda
kalırmış.1000 odası mevcut. Baltazar ın aşk yaşadığı
söylenen katerinalar falan hep orada kalmış. Bu katerinanın 5
tane kocası olmuş. Hep böyle asillerle evleniyormuş. Deli petro
da kafasına koyduğunu yaptığını bildiğinden 5.kocası saraydan
biri eşini kendi sarayından hiç dışarı çıkarmamış sırf
petro görmesin diye. Birgün deli petro saraya gizlice girdiğinde
bunun karısını görüyor ve aşık oluyor ve evleniyor adamın
karısıyla. Katerina nın portresini gördüm. Ay bir çirkin bir
çirkin. Neresini beğenmişlerse. Gerçi Rusyada herkes sarışın
mavi gözlü olduğundan esmer tenliler kahverengi gözlüler,saçlılar
daha prim yapıyormuş. Gerci öyle bile olsa çok daha güzelini bir
rus ana doğurmuştur herhade. Bu sadece doğru zamanda doğru yerde
olmuş sanırsam. Şanslıymış yane.Hermitage da 2 saat gezdikten
sonra otobüsümüze bindik, bizi şehir merkezinde indirdiler. Veysel
abilerle beraber indim 1 dakika sonra ayrılıp tek gezdim. Bu sefer
alışverişe ayırdım vaktimi. Hem alışveriş yaptım hem de
fotoğraf çektim. Akşam 6 da otele taksiyle gittim. Bu defa 600
ruble verdim. Gerçi dünkünden daha uzun mesafe vardı zaten. Az
dinlendim peşinden gala yemeği için otobüslere binip restorana
doğru hareket ettik. Tavuk vardı yemedim, ekmeği de ne kadar desem
de bir türlü getirtemedim garsonlara, hafif aç kalktım. Yanıma
tripodumu(fotoğraf makinesi ayağı) almıştım. Müsaade isteyip erkenden ayrıldım kendim.
Kafama koydum nehir kenarına gidip yansıma fotoğrafı çekecem.
Hava – 13, -14 derece falan. Ama nasıl giyinmişim . Babamın
seneler önce rusyadan getirdiği tavşan tüyü kalpağım. İçimde
içlikler. Kaz tüyü mont. Tabanı 3-4 cm kalınlığında -30
dereceye kadar ısıyı muhafaza eden ayakkabılar. Elimde kayakçı
eldivenleri. Boynuma da atkı doladım. Çok fazla yürüdüm çooook
yoruldum. Birkaç saray bina kilise falan fotoğrafı çektim. Nehir
kenarına ulaştım en sonunda. Bir geldim ki hüsrannnn. Nehir buz
olduğundan su görünmüyor, haliyle yansıma yok. Hayallerim
yıkıldı. Az ilerlim belki ilerde vardır diye düşündüm bizim
boğazdan daha da güzel olmadığına kanaat getirdim. Sıradan
binalar vardı, zaten rüzgardan su da baya bi dalgalıydı.
Çok
üşüdüm artık yürümeye de takatim kalmadığından taksi
durdurdum. 10 dakika sonra başardım. Bi taxi durdu ama şöförün
yanında birisi oturuyor. Herhalde dedim arkadaşı. Dedim holiday
inn otel. Adresi biliyonmu dedi bana kırık ingilizcesiyle. Dedim
no. gps den gösterdim anlamadı sanırsam. İlk başta 700 ruble
demişti, sonra 1000 dedi yolda. Dedim inmek istiyorum. Öyle böyle
derken 700 e anlaştık. Öndeki iki kişi aralarında rusça
konuşuyorlar ve otelin olduğu istikametin tam tersine doğru döndü
taksi. Sordum nereye diye. Dedi önce bu inecek sonra seni götürecem.
Nerelisiniz dediler dedim Türküm. Öndeki yolcu döndü değişik
bir lehçe ile türkçe konuşmaya başladı. Sordum tatarmış ama
zor anlaştık yane. Türkçe konuşunca bi an rahatladım. Ters
istikamete doğru taksi dönünce tırsıp cebimdeki paranın büyük
bir kısmını çorabıma sakladım :) dedim oğlum berat bunlar seni
muhtemelen bir köşeye götürüp soyacaklar. Foto makinesini zaten
gördüler o gitti, e cebimde para vardır diye zaten düşünüyorlardır
bulduklarını alırlar. Çorabıma sakladığım zaten akıllarına
gelmez. O parayla da otele dönsem kafidir :) ama neler aklımdan
geçiyor hiç olmadı kapıyı açar atlarım walla. Canımı
kurtarim de :)
Neyse
ki korktuğum başıma gelmedi. Tatar yolcu indi ben kaldım
taksiciyle başbaşa .Taksi söförü zekice bir soru sordu dedi ya
hem adresi bilmiyon hem de oranın 700 ruble edeceğini nerden
biliyorsun. Dedim 2 gündür taksi kullanıyorum az çok biliyorum ne
tutar, o yüzden de 700 ruble önerdim. Artık ne kadarını anladı
bilemiyorum gerçi. Otele çok hızlı bir şekilde getirdi
muhabbetini de sevdiğimden belki de korktuğum başıma
gelmediğinden,adamla o kadar pazarlık yapmış olmama rağmen fazladan para verdim, kaçırmadığı için minnettarlığımı göstermek amaçlı :)
Çok
yorgundum acayip hem de , gece tekrar internet parası ödemim diye
ki günlüğüne nerdeyse 30 TL para ödüyordum, youtube dan hababam
sınıfını açıp oynatmıştım biz yemeğe giderken. Geldiğimde
internet bağlantım yoktu ama hafızaya aldığından hababam
sınıfını izleyerek yine uykuya daldım. Ama görseniz tam
dalacam, şaban bir espiri patlatıyor uyku muyku kalmıyor :)
Sabah
10 da uyandım. Geceden resepsiyona sorup kahvaltının 10:30 a kadar
sürdüğünü öğrendiğimden hemen kahvaltıya indim. Ayağımda
terlikler eşofman falan. Hergünkü gibi cornflakesimi yedim 2 tabak
bir de yanında omlet yaptırdım. Bu sefer güzel oldu. Öğlen
yemeği yemeyeceğimizi düşünüp çok fazla yedim.
Kahvaltının
ardından odama çıkıp duş aldım valizimi hazırladım. 11:30 da
lobiye inip check out yaptım. Bagajları dışarı çıkarız diye
emanete verdik. Ama çıkmadım. Tüm gün lobide oturup Gemlik
bayisi Ali abi ve etrafımızdakilerle muhabbet ettik. Veysel abiyle
Musa abiler dışarı çıktılar. Walla lobide 4-5 saat oturdum.
Muhabbet güzeldi, hep iş konuştuk zaten. Konu iş olunca
dayanamıyorum sabahlara kadar konuşasım geliyor zaten :)
Akşam
5 de otelden ayrıldık. Trafik vardı biraz 40-45 dakiya havaalanına
vardık. Biraz bekledikten sonra check in işlemi için sıraya
girdik. Aman Allahım belki yarım saat sıra bekledik. Peşine
pasaport kontrol ve içeri geçtik. Biraz duty free shoplarda
turladıktan sonra uçağın kapısına geçtik.
Uçak
saatinden biraz geç havalandı sanırsam normalde St.Petersburg
saatiyle 19:50 de kalkıp İstanbul saatiyle 21:30 da inmesi
gerekiyordu. Gerçi geç inse de benim uçağım gece 1:30 da
olduğundan problem yoktur. Veysel abinin trabzon uçağı benden 1
saat önce olduğundan sanırsam onunla takılacağız. Uçakta köfte
ve tavuk yanında salata, üstü kremalı kek, diet bivküvi, peynir
ve tereyağ verdiler. Yemeğin geldiği plastik kaplar, poşetler,
tuz ve karabiber hariç herşeyi hemen sildim süpürdüm. Thy
uçaklarında bu kadar hızlı hepsini yiyen 2.bir yolcu olmaz
sanırsam. Beni tanıyanlar iyi bilir aç olunca gözümün bir şey
görmediğini :)
Petersburg
anılarımın hepsini şu an içinde bulunduğum İstanbul uçağından
yazıyorum. Yanımda bu sefer belki de grubumuzdan hiç olmayan
birisi var. Hiç Bir şey konuşmadık ,ben de günlüğüm için
birşeyler karalim dedim.
Petersburg
için izlenimlerime gelince :
Normalde
bizim gittimiz ay olan Martta, Şubatta falan yılın en soğuk
mevsimi olduğundan otellerin en ucuz olduğu zamanmış.
Maşallah
oradan ayrılırken hava -9 dereceydi İstanbulda ise 9 derece.
Birden 18 derece yükselince fazla sıcak gelecek sanırsam :)
Geceleri derece – 15 lere kadar dayanıyor. fotoğraf çekmek için
kış değil yaz gelmek lazımmış.
Binalar
çok eski yapılar. Pencereler binalara göre ufak kalmış ve içeriler
hep karanlık görünüyor. Öyle büyük vitrin olmadığından ve
kapıda rusça yazıp anlamadığımızdan içeride ne satıldığını
cama iyice yapışıp içeri bakınca algılayabiliyorduk. Tabii buna
çok büyük markalar dahil değiller.
Ülkede
kimse ingilizce bilmiyor. Bir otelin resepsiyonistleri bir de en son
gece bindiğim taksi şöförü biliyordu. Sevinçten adamın boynuna
atlayacaktım zaten ilk başta. Bazen yolda kafamda kalpakla görünce rus sanıp
birşeyler diyorlardı diyordum ben rusça bilmiyorum ingilizce olarak,
karşımdaki rusça bişiler söyleyip uzaklaşıyordu.Pasaport
kontrolünde oturan memur dahi ingilizce bilmiyorsa uluslararası
havalimanında öhö yane.
Yollarda
hiçbir yerde ingilizce bir ibare yok. Bu kadar turistin geldiği bir
şehirde bence bu büyük bir eksiklik.
Restoranlarda
buna oteldeki kahvaltı salonu da dahil bir vestiyer muhabbetidir
gidiyor. İlla montunu çıkarcan üstünden. Bir restoranda sordu da
rehber zorunlu deilmiş öyle geçtik anca. Ama takmışlar bu
vestiyer işine. Zaten son gece gittiğimiz super lux restoranda 60
kişi bir vestiyer kuyruğuna girdik maşallah bana sıra gelene
kadar 15 dakika geçti zaten. Bunu sevmedim işte.
Havaalanında
iner inmez Azeri taksi şöförü olduğunu söyleyen birkaç kişi
yanımıza geldiler. Çok sevindim Türkçe konuşan birilerini
gördüğümde. Meğersem dertleri bizle arkadaşlık etmek değil
bize arkadaş bulmakmış,üzüldüm onlar adına. Bu gibi insanlara
dikkat !!!
Siz
siz olun şehir merkezinden uzakta bir otelde konaklamayın. Git gel
çok sıkıntı oluyor. Bir de hiç abartmıyorum asansörden inince
odama 100 metre yol yürüyordum. Bulunduğum katta 80 oda vardı
benimkisi 77. odaydı. Sonradan ek bina yapmışlar yana ama asansör
koymamışlar.Asansörden odaya çok yoruldum :)
Ben
unuttum yanımda yiyecek malzeme götürmeyi. O yüzden kahvaltı
yaparken elmamı yemeyip odama çıkarmıştım karnım acıkırsa
diye. Siz siz olun yanınıza yiyecek muhakkak alın.
Şimdi
inişe geçiyoruz, zaten anlatacaklarım da bitmiş bulunmakta. Bir
kaza gelmeden Samsuna varırsam o zaman yayınlarım bu yazıyı
inşallah :)
23 Ağustos 2012 Perşembe
Ramazan Bayramı ve Köy
Arefe günü sabah 9 gibi kalktım. Aslında yola 9 gibi çıkacakken biraz gece sahura kalkmış olmamdan kaynaklı üstümde oluşan tembellikle o saatte kalkıp valizimi toplamaya başladım. Ümmühan ablam aradı zıt pıt hadi gelmiyormusun diye beni almaya. Sonunda onu ve yeğenlerimi almaya gidip yola çıkmamız 11 i buldu. Önden emine ablamlar yola çıktılar,10 km kadar önümdelerdi. Yollar arefe günü olmasından kaynaklı çok kalabalıktı,öyle ki ünyeden fatsaya giderken araç bile sollayamadım. Yeğenlerimden birisi yolda istiğfar etti, ufaklık zaten 60 günlük o da altına kaçıra kaçıra walla öndeki araçla mesafemiz iyice açıldı. fatsada zekiye ablamlar da bize katılacaktı ama güya 3 araç arka arkaya gidecekken 350 kmlik yolun son 50 km sinde diğer araçları yakalayabildim. ordu da sağranın fabrika satış mağazasına uğradık. Yeğenlerimin gözleri parladı çikolata cennetinde kendilerini bulunca :)
Köye akşam 6:30 gibi indik yane yolculuğumuz yedi buçuk saat sürdü. mesafe aslında 350 km olduğu düşünülürse süre çok uzun ama giresundan sonra yol o kadar dönemeçli ki, merdaneli makine gibi bir sağa bir sola dönüyorsun.
Eve girdik 1 saat sonra iftardı, evimizin önündeki caminin önünde iftar daveti varmış. plastik sandalye ve masalar konulmuş, etraf kalabalık , biraz erken gittik ki yer kapalım diye. hava buz gibiydi mont falan vardı üstümde,kapşonumu dahi örttüm. eniştem bir ara soğuktan caminin içine girdi ısınmaya. menüde ayranlı çorba,dolma,yahni,keşkek ve köy helvası vardı. İftardan sonra eve geçtim çok yorgundum, kanepe üstünde uyuyakalmışım, birkaç saat sonra uyandım üst katta yatağıma geçtim.
Sabah 5:50 gibi kalktım. Abdestimi falan alıp babam ve fethi eniştemle camıyanına geçtik. Camıyanı eskiden köyün tek camisi olan mahalleye verilen isim. şu anda gerçi 2 camii var köyümüzde ama hala camıyanındaki camide bayram namazı kıldırılıyor diğer camiide kıldırılmıyor. gömlek,kazak,mont gittim namaza yine de üşüdüm. namaz çıkışı köylülerimizle bayramlaşmadan sonra yine camıyanında olan yemek davetine gittik. aman Allahım menüde ne var dersiniz sabah saat 7 de;ayranlı çorba,dolma,yahni,keşkek ve tulumba tatlısı. çok açtım hepsini dolu dolu yedim ben de şaşırdım kendime sabahın köründe nasıl bu kadar şeyi yediğimi. oranın yakınındaki mezarlıkta Kuran'ı Kerim okunuyordu, ayakta dinledikten sonra araçla evimize döndük. evde annem ve ablamlarla bayramlaştık,yeğenlerime bayram harçlıklarını verdim, keratalar ne kadar sevindiler. evde dinlendim kendim, üst katta tv karşısında uyudum,öğleden sonra uyanıp ablamla beraber köy fırınına kadınların ekmek pişirmelerini izleyip fotoğraflamak için gittim. geriye dönüşte ablamlara gidip bir çay içip peşine hep beraber hacıili mahallesine dedemlere gittik. Dedem ve teyzemlerle ,dayımla bayramlaştık. Orada bir süre oturduk, bayramlaştık. dedem yine harçlık vermedi :) akşam eve dönünce muhabbet tv falan derken yattık uyuduk.
sabah 10 gibiydi sanırsam uyandım. fethi eniştem ve zekiye ablam kahvaltının peşine köyden sivasa doğru ayrıldı.onlar ayrıldıktan sonra dedemlerin oradaki davete gittik. davetteki menü malum, ne olur ki menüde her davetteki aynı menü, ama karnım çok aç olmadığından sadece keşkek yedim. Allah ömür verir de ben de babam gibi yılın 6 ayını köyde geçirecek yaşlara gelip de köyde kalırsam özellikle ramazanda bu davetteki aynı menü işine bir çözüm bulmam lazım. yemekten sonra kuzenlerim ibrahim ve yakupla beraber alucraya gittik. alucra 10 km ötede, yollar da eskiden çakıllı yoldu bu sene asfalt dökmüşler. aracı park edip sağ sola dolandık biraz, sağ sol derken ilçe merkezi zaten 200 metre yürüyünce bitiyor. bir kahvenin yan tarafında çay içtik, muhabbet derken peşine köye döndük.teyzemler bizde olduğundan direkt bize gittik, orada işte tv muhabbet çekirdek şamda kayısı falan akşam ettik. kardeşimgil geldiğinden alt katta yattım.
sabah kalkınca malum tekrar kahvaltı. ibrhaimle yakup bize gelmişler. hidayetin aracıyla hep beraber annemin köyü olan balcanaya doğru hareket ettik. balcana da alucradan 10 km gibi ötede. en son çocukluğumda gittiğimi hatırlıyorum oraya. gittiğimizde dayım sigara sarıyordu.işi bitince 2 araç balık tutmak için derenin yukarı taraflarına doğru gittik. tırıvırı denilen bişey varmış. normalde yasakmış tabii ama bizim türk milleti dururmu, hemen tırıvırılar çıktı dereye atıldı. çok saçma bişey gibi geldi bana. ben kenarda tripodumu kurdum foto çekimleri denemesi yaptım. dayımla oğlu alpaslan ilerlere gitti. bizimkiler artık bişey tutamadığından ben de düzgün foto çekecek bişey olmadığından canım sıkıldı. dayımları aradık, daha balık tutuyorlarmış onlar 10 dakka bekleyip oğlu mustafayı da yanımıza alıp alucraya gittik. herkes gidip piknik yapalım diyordu asım çavuşun yeri varmış. benim de aklımda nedense hep salih ustanın yeri diye kaldıydı. ne pikniği ya gidip bi lokantada karnımızı doyuralım diyip bizimkileri güç bela ikna ettim. öğlen saat 3-4 gibi 2 lokantada yemeye bişey kalmamış, diğer lokantada bişeyler vardı da oturduk. karnımızı doyurduk bi güzel. marketten bişeyler alıp asım çavuşun yerine doğru hareket ettik. mekan bildiğimiz boş arazi, çimenlik, dere kenarında. asım çavuş diye biri zaten mevcut değil. neden öyle bi isim takmışlar bilmiyorum da zaten. semaverde çay iççez diye gittik. semaveri yaktılar falan, şilte gibi bişeyimiz vardı onun uzerine uzandık. yakupla hidayet balık tutacaz dediler. biz de ibrahim mustafa muhabbet ettik. halil in kardeşleri emre ve hakan geldiler. 2-3 saat oturduk oturmasına da bizim balığa gidenler bi türlü dönmediler. semaveri yerdeki şilteyi falan topladık üşümeye başladığımdan arabaya bindim öyle bekledik. ceplerini yanlarına almamışlardı, bi türlü ulaşamadık. geldiklerinde hidayet soğuktan titriyordu, o soğukta balık yakalayacam diye komple suya girmiş. elleriyle tutmuş balıkları kayaların altına elini sokup. zaten balık yakalamaya giderken de yanlarında olta falan bişey de yoktu. tuttukları balıkları da yakup ceplerine koymuş :) 5-6 tane yakalayabilmişler. hidayet kurulandıktan sonra eve gittik. akşama gece 1 e kadar falan tv izledik ( devlet düşmanını izledik ) . sabah kahvaltından sonra hazırlandık 11 de yola çıktık. fatih mehmet altına kaçırdığından alucraya uğrayıp ablam altını temizledi. yolda şuayip abimlerle durup tarlada karpuz toplayan çocuklardan karpuz aldık. kümbette hidayet de yetişti hep beraber pirzola yedik. orada baya bi oyalandıktan sonra orduda sağraya uğradık akşam altı buçuk gibi samsuna vardık.
benim için güzel bir dinlenme oldu. çok foto çekemesem de bizim köyümüz işte, kuzenlerimle vakit geçirdik, eğlendik.
4 Eylül 2011 Pazar
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)