10 Ocak 2021 Pazar

Jack Ma' nın Evi ( Alibaba )

Jack ekibin kurarken, okullarında en iyi performans gösterenlerin bir, iki tık altındaki mezunları işe almayı tercih ediyordu. Jack'in ifadesiyle, üniversitenin seçkin öğrencileri gerçek dünyada zorluklarla karşılaştıklarında kolayca hayal kırıklığına uğrayabiliyorlardı.

Jack eBay'in hantal yaklaşımını Jumbo jetle kıyaslıyordu.: '
Küresel bir teknoloji platformu kucağa harika geliyor; tıpkı Boeing 747'nin uçmasının harika olması gibi... Ama iniş pisti okul bahçesiyse, uçağı indiremiyorsunuz... Sitede bir düğmeyi değiştirmek için bile on dört kişiye rapor vermek ne demek ...

Jack : 'eBay okyanusta köpekbalığı olabilir, ama ben de Yangtza Nehrindeki timsahım. Okyanusta kapışırsak biz kaybederiz, ama nehirde kapışmamız halinde kazanan biz oluruz. '

 Alibaba çalışanlarının tecrübeye ihtiyacı yoktur. Sağlığa, iyi bir beden ve kalbe ihtiyaçları vardır.


Starbucks

Bir şirketin çalışanları o şirketin sermayesinden hisse satın almadığı takdirde en büyük iş planı bile değerini yitirir. Çalışanlar liderleri kadar işe kendilerini vermedikleri takdirde uygulanabilir bir iş planı bile sürekliliğini koruyamaz. Liderlerinin kararına güvenmedikleri, çabaları bilinip takdir edilmediği takdirde bunu kabul etmezler.

En iyi yönetici, istediğini yapması için iyi adamları (kadınları) toplayabilen ve işi yaptıkları sırada onlara karışmaktan kendini alabilen kişidir. Theodore Roosevelt

Başından beri dışarı çıkıp elimdekilerden daha tecrübeli, benimle tartışmaktan korkmayacak, iradeli kendine güvenen ve emin yöneticiler bulup onları yönetim ekibinin ve karar üretme sürecinin bir parçası haline getirmem gerektiğini biliyordum.

İşimin bazı bölümlerini idare etmek üzere benden daha nitelikli yeni yöneticilere ulaşmayı özümseyecek kadar güçlü bir özsaygıya ve güvene sahip olduğumu çevremdeki insanlara gösterecek şuura sahiptim. Aynı zamanda onlara yapmaları gereken işi yapmaları için yetki devrettiğimden emin olmak zorundaydım. Çünkü başlarında bulundukları departmanlar bana değil onlara rapor verecekti. Onlara dolayısıyla bütün şirkete gönderdiğim mesajın mümkün olduğu kadar net olmasına çaba gösteriyordum: ' Sizi işe aldım. Çünkü benden daha akıllısınız. Şimdi gidip bunu ispatlayın'

Bir mağaza veya restoranda müşterinin yaşadıkları hayati öneme sahiptir. Kötü bir karşılaşma sonucunda bir müşteriyi ömür boyu kaybedersiniz. İşinizin geleceği, hem üniversiteye gidip hem de işyerinizde çalışan yirmi yaşındaki bir kısmi çalışanın ellerindeyse onu feda etmeyi göze alabilir misiniz ? Bu insanlar şirketin sadece kalbi ve ruhu değil aynı zamanda halka açık yüzüdür. Kazanılan her dolar onların ellerinden geçer.

Yönetimi üstlendiğimden beri Starbucks'ın, herkesin içinde çalışmak istediği, tercih edilen bir işveren şirket olmasını istedim.

İnsanlara bir ailenin fertleri gibi muamele et, o zaman sadık olurlar ve her şeylerini verirler. İnsanlara arka çık, onlar da sana arka çıkar.

Kilit bir yönetici tutacaksam, çoğunun eş seçerken aradığı nitelikleri ararım: Doğruluk ve tutku. Bana göre bu, tecrübe ve yetenek kadar önemlidir. Değerlerini evde bırakmayıp işe getiren insanlarla, ilkeleri benimkiyle aynı olan insanlarla çalışmayı isterim. Bir uyumsuzluk ya da değerlerin olması gerektiği yerde bir boşluk görürsem aramaya devam etmeyi tercih ederim.

Rakiplerini hoş görmezsen, onların karşısında yenilgiye uğraman kesindir. Rakiplerine düşman muamelesi yaparsan, daha oyunun başında kaybedersin. Rakiplerini hedef tahtasına koyar, her gün ok atma idmanı yaparsan, bir tek o düşmanla mücadele verebilirsin, diğerleriyle değil. Rekabet en büyük mutluluktur.

Bizi her Gün Starbucks'a getiren şey nedir sanıyorsunuz ? Düşük kalite üzerinden kazanç sağlamak mı ? Böyle olsaydı en iyi adam bile burada durmazdı.Maneviyat diye bir şey kalmazdı.Böyle bir hata bizi gafil avlardı. İşimiz biterdi.
Her işin bir hafızası vardır. Kaliteyi kazanca feda etmek Starbucks personelinin zihinlerinden hiçbir zaman silinmez. İşte bu ödenmesi imkansız bir bedel olurdu.

Ne yaparsanız yapın risk almaktan kaçınmayın. İşleri her zamanki yöntemlerle yürütmeyin. Sisteme ayak uydurmaya çalışmayın. Sizden bekleneni yaparsanız, başkalarının beklediğinden daha fazlasını asla başaramazsınız.

Hata yapacağız.Ancak personelimiz, yapmaya çalıştığımız şeyin, hepimiz için değer üretmek olduğunu anladıkları zaman hataları affetme ihtimalleri de fazla oluyor. Pek çoğu hacmimizin getirdiği avantajları yeni yeni anlıyor ve hem büyüyüp hem de aynı şirket olarak kalmamıza yardımcı oluyorlar. Onlar Starbucks'ın ta kendisi. Starbucks'ın başarısı da onların başarılarını yansıtıyor.

Yüreğimizle yönetmek zorundayız.  İş hayatında, normal hayatta olduğu gibi, kararlarımıza yol gösteren bir iç pusulamız olması gerekir. bu dünyada neyin daha önemli olduğunu gösteren esaslı bir anlayışa sahip olmamız gerekir. Benim için bu anlayış, karlar, satışlar ve mağaza sayısı değil. Aksine kendini işine adamış bir grup insanın tutkusu, bağlılığı ve heyecanıdır. Bunun parayla bir ilgisi yok.

Tek başınıza bitiş çizgisine ulaştığınızda içinizde bir boşluk hissi duyarsınız. ekip hainde koşarsanız kurdeleyi birlikte göğüslemenin ne büyük bir ödül olduğunu görürsünüz. Sadece size alkış tutan seyircilerin değil kalabalık bir kazananlar grubunun etrafınızı sarmasını istersiniz.
Zafer, tek bir kişinin çabalarıyla değil de pek çok insanın ortak başarılarıyla gerçekleştiği zaman çok daha anlamlıdır. Bütün katılımcılar sadece kendileri için değil başkaları için de kazandığı zaman gerçek mutluluk kalıcı olur. Başarı paylaşıldıkça güzelleşir.






























Steve Jobs Olmak

Steve Jobs hikayesinin en ünlü alıntılarından biri olacak şu cümle ile Sculley anlaşmasını kapatıyordu, 'Hayatının kalanını şekerli su satarak mı geçirmek istersin, yoksa dünyayı değiştirmek mi ? '

Steve her ne kadar akıllı olsa da, dışarıdaki gösterişli insanların hali hazırda kendisi için çalışanlardan daha güçlü olduğuna çabucak kanarak isabetsiz işe alım kararları vermişti.

Steve kendisiyle başa çıkabilecek kadar güçlü ve kendi zayıflıklarını kapatabilecek kadar özerk insanlardan oluşan bir grup toplamıştı.bu grup da onu yönetmek için kendi taktiklerini geliştirmişti. 'sanki ortak bir düşmanımız var gibiydi' diyor Rubinstein. Takımın üyeleri sık sık bir araya gelip en iyi olacağını düşündükleri kararı Steve'a nasıl onaylatacaklarını planlıyor, Steve'in daha bencil ve iyi düşünüşmemiş kararları ile önyargılarını yıkmanın yollarını arıyor ve bundan sonra ne yapmak isteyebileceğini çözmeye çalışıyorlardı. 'İşleri doğru bir şekilde yapma konusunda bize güvenebileceğini biliyordu' diyor Tevanian.

Gerçek fikirlerini tatlı sözler ardına saklayan biri aslında diğer kişilerin hislerini o kadar da önemsemiyor olabilir. Sadece pislik biri olarak görünmek istemiyordur.

Yakın çevresi Steve'in ağır eleştirilerini kişisel algılamamayı öğrenmişti. Susan Barnes'ın da dediği gibi 'o bağırmanın sebebini anlamak için bağırışı aşma'işini iyi öğrenmişlerdi. Steve de onlardan bunu bekliyordu, hataya düştüğü zaman karşı atağa geçmelerini bekliyordu.

Geçmişteki başarıları sayesinde o masada bir koltuğu hak etmişlerdi ama geçmiş Steve'in umrunda değildi. 'Steve söz konusu olduğunda' diyor Ed Catmull, 'geçmiş bir ders olabilir ama geçip gitmişti. Steve'in sorusu her zaman çok netti: ' Daha da ilerlemek için ne yapacağız ?'

'Steve'e katlanırsanız sizi potansiyelinizin üstüne çıkarırdı 'diyor Lee Clow. İstediğini alma konusunda bu rahatsız edici yaklaşımını kaldıramayan duygusal insanlar zaten çıkıp gidiyordu.

Johnson diyor ki : İlk tanıştığımızda neredeyse her konuda en azından 2-3 saat sohbet ettik. Bana, 'Seninle iyi arkadaş olmak istiyorum, çünkü nasıl düşündüğümü anladığın zaman haftada bir ya da iki kez konuşmamız yetecek. O zaman geldiğinde bir şey yapmak istiyorsan sen direkt yapacaksın ve benden izin istemen gerekmiyormuş gibi hissedeceksin.'

Steve takımına ulaşılması imkansız gibi görünen acımasız hedefler koyuyordu. Bu takım Steve'in durmak bilmeyen meraklarını gidereceğini ve sınırlarını zorlayacağını iyi bilen doğuştan hırslı insanlardan oluşuyordu. 'Steve için çalışırkenn en sevdiğim şey' diyor Cue ' imkansızı başarabileceğimi tekrar tekrar öğreniyor olmaktı'

Linkedln'in kurucu CEO su Reid Hoffman şöyle diyor.' Bir iş sona erdi diye, çalışanınızla ilişkiniz de sona ermek zorunda değil. Değerli bir çalışan, size ayrılmak istediğini söylediği zaman yapacağınız ilk şey onu kalmaya ikna etmek olmalıdır. İkinci şey ise yeni işini tebrik etmek ve şirketinizin eski çalışanlar grubunda her zaman yeri olacağını söylemektir'




28 Eylül 2014 Pazar

Bellona ile Birleşik Arap Emirlikleri (BAE)

Sabah kalkar kalmaz valimizi toparladım. Öğlene doğru evden çıktım. Samsun Çarşı mağazasına gidip kendime valiz alıp arabamda normalde götürdüğüm valizin içindeki eşyalarımı diğerine yerleştirdim. Akşam normalde benle gelecek olan Çarşamba bayisi Mehmet abi sağlık sorunlarından kaynaklı gelemeyince kendi başıma uçağa bindim.

İner inmez valizimi alıp dış hatlara geçtim. Amasya bayisi İlker kendi gitmemesine rağmen babasını yolcu etmek için oradaydı, muhabbet ettik falan peşine Bafra bayisi Mestan ile pasaport kontrolden içeri geçtik. Wings lounge da oturduk, Kastamonu bayisi İbrahim abi ordaydı peşine Sinop bayisi Ömer amca geldi. Yedik içtik muhabbet ettik.

Uçak kalkmasına yakın geçip yerlerimize yerleştik. 00:30 da uçağımız havalandı. İbrahim abi tur şirketinin sahibi aynı zamanda da rehberimiz Tuncay abiyle yan yana oturdu, ben de onların karşı koridor tarafında. Mestan ile biraz  muhabbet ettik. Peşine uyuduk, Yemek geldi diye bi uyandım, daha da pek uyku tutmadı. Uçak biraz dandikti, pek sevmedim, kişiye özel bir ekran bile yoktu. Toplam Bellona grubu olarak 70 kişiydik.
Kastamonu Bellona Bayisi İbrahim Abi ile..

Yolculuğumuz 4 saat sürdü. BAE  bizden 1 saat ileri olduğundan Dubai'ye 5:30 gibi indik. Pasaport kontrolde falan fazla beklemedik. Valizleri alıp çıkarken internete bağlanmak için kontorlü cep telefonu hattı aldım.( aldım almasına ama satan beyefendi eksik bilgi verdiğinden daha fazla ücret ödemem gerekiyormuş, otelde ve avm lerde wifi olduğundan pek de ihtiyaç kalmadığından aramalarda kullandım hattı ) . Havaalanından çıkınca otobüste en az yarım saat bekledik. Vizesini eski pasaportuyla alıp yeni pasaportuyla gelen ve havaalanında çıkışı bulamadığından otobüsümüze ulaşamayan saygıdeğer bayiilerimizi bekledik. İstikamet sabah kahvaltısını yapacağımız İstanbul Flower adlı bir restorandı. Sıradan bir kahvaltı yapıp 15 dakika kadar yolculuktan sonra otelimize vardık. Crowne Plaza, 5 yıldızlı bir otel. Odalar çok şükür ki tek kişilikti rahat oldu. Odam otelin 6.katında ve 3 kat alttaki havuz ve caddeye bakıyordu.

Yol biraz yorduğu için öğlen 3 e kadar dinlenme verdiler. Herkes odalarına yerleşti, biraz uyudum iyi geldi. Otelin arkasında buluştuk. Otelin kapısından çıktım sıcak mı sıcak bir rüzgar dedim herhalde klimarın motorları bu bölümde  aman Allahım o nasıl bir sıcak, 43 derece. Kır yumurtayı çöl kumuna rafadan tavadan anında pişsin. Çöl safarisine gideceğimiz için Toyota Land Cruiser ciplere bindik. Cip başına 6 şar kişi bindik.Aracımıza tanımadığımız yabancı bir bayii bindi, 24-25 yaşlarında birisi. Sordum Rize de yeni bir bellona bayiliği almışlar. İbrahim abi duymamış nereli olduğunu bana sordu ben de dedim Rize bayisiymiş diye. R harflerini diyemediğimden O da anlamış Vize bayisi diye. Meğer Tekirdağ'ın Vize adında bir ilçesi varmış, İbrahim abi, Cevat kardeşimizi öyle 1-2 gün Tekirdağ Vize bayisi sanmış.

Yolda market gibi bi yerde mola verip namaz kıldık, çoğu bayii arap kıyafeti alıp giyindi. Mola yerinden 5 dakika uzaklıkta tüm cipler buluştu ve safariye başladık. Çöl safarisi denilen şeyi hep böyle hayvanları göreceğimiz bir şey olarak düşünürdüm. Meğersem içindeki yolcuların korkudan bağırdıkça gaza gelen Arap şöförlerin, kum tepelerinden daha da süratle inip çıkmasıyla araç sürmesinden ibaretmiş. Araba devrilecek diye ödümüz koptu. Ömer amca maşallah maşallah dedikçe Arap şöförümüz Hasan abimiz daha fazla gaza yüklendi. Kuma saplanan araçları 1-2 dakikada hemen halat bağlayıp çektiler.13-15 araç peşpeşe deli gibi gittik. Bir yerde durup mola verdik daha sonra da akşam yemeğini yiyeceğimiz çölün ortasında bir vaha demim ama harbiden öyle bir yere geldik.

Land Cruiser' larla yaptğımız çöl safarisi bitiminde güneşin batışını izledik.
Akşam yemeği için mola verdiğimiz bu yerde ortada bir sahne, çevresinde bizler yerde yer sofralarında oturuyorduk,kenarlarda da hediyelik eşya dükkanları, yiyecek ve içecek büfeleri vardı. Sıraya girip lavaş arası et tarzı dürümümüzü alıp oturduk. Aç olduğumuzdan biraz fazla sıraya girmişiz ki fazla almışız dürümleri,ama iyi doyduk çok şükür. Yemekten sonra ortaya mevlevi tarzı dönen birisi gelip döne döne bir gösteri sundu, peşine herkes naş araçlarımıza binip doğru otelimize. Odam çok soğuktu, klimanın ayarını ne kadar sıcağa getirsem de bir türlü odayı sıcak hale getirmeyi beceremedim, yorganı çekip, kafayı vurup uyudum.

Sabah kalkıp 9 gibi otobüslerimize bindik ve Dubai şehir turumuza başladık. İlk gittiğimiz yer tüm dünyada 7 yıldızlı olarak bilinen ama 7 yıldız diye bir kavram olmadığı için 5 yıldızlı olup yelkeni andıran Burj El Arap dı. 54 katlı otelin müteahhiti Antepli olduğundan asansöre 27 düğme koymuş. ( rehberden alıntı :) Şaka lan şaka, her oda dublex olduğundanmış. Otelde fiyatlar 2.700$ ile 27.000$ arasında değişiyormuş. Hal öyle olunca oteli 2-3 deniz mili öteden kıyıdan fotoğraflamak zorunda kaldık. ( amerikan filmlerindeki gibi oldu. Bu arada hala anlamış değilim konuyla alakası yok ama amerikan polis filmlerinde mahalle aralarında hırsız polis kovalamacası yaşanırken kovalayan polis ne yana dönse anında telsizden zanlı şu sokaktan kuzeybatı/güneydoğu istikametine yöneldi diye anons ediyor, kaldığımız otelde kıbleyi bulacam diye camdan bakınca görünen binaların gölgesinden hareketle ,saate bakıp, Dubai , Mekkenin neresine düşüyor diye google earth den de bakıp, önüm kuzey arkam güney mantığından yola çıkarak bulmam 5-10 dakkamı aldı, tebrik ederim amerikan aynasızlarını :)

Umre uçağı yerine yanlışlıkla Dubai uçağına binen masum bayiiler :)
Sonraki durağımız, yukarıdan yane uçaktan ya da uydudan tabii havadan paraşütle de atlarken de görmek ayrı bir seçenek palmiye şeklinde olduğu görülebilen palmiye adası oldu. Adanın başından sonuna kadar yolun üstünden havadan beri giden bir tramvay yapmışlar, ve adanın en ucunda bulunan 5 otelin kara bağlantısını yapmak için de denizin altından 900 metrelik araç tüneli inşaa etmişler. Bu tünel ülkemizde yapılan Marmaraya kadar dünyanın en uzun denizaltı tüneliymiş ve açılışını Amerikan başkanı rahmetli Kennedy , Taçsız Kral Pele, Fenerbahçeli Celil beraber yapmışlar. Marmarayın açılışındaki şaşadan dolayı bu tünel insanlık için sıradan bir tünel haline gelmiş adına 41 gün tüneli demişler :) Tünelin ucu Mahmut hocanın odasına çıkmadığı gibi dünyanın en şaşalı otellerinden biri olan Atlantis gibi 3-5 otele çıkıyordu. Atlantis otelde suyun altında akvaryum gibi odalar varmış. Oda fiyatları 1.100 $ dan başlıyormuş. Çok şükür ki Burj el Arab dan daha ucuzmuş. O odaları gördüğümde balkonlu apartman dairesi gibi geldi gözüme , balkona da çamaşır ipi gerdin mi tamam yane. Suni bir ada, palmiyenin gövdesinde toki blokları gibi inşaa edilmiş terkedilmiş şehir görüntüsü olan caddeler palmiyenin dallarında da 15-20 milyon dolarlık villalar , hollywood artisleriyle komşu olma fırsatı gel vatandaş buraya gelll, şener şenin kısık kısık bağırması misali domates, domates, domatesss.

Dünyanın en büyük yapay marinası olan yere gittik, bi yapaydı bi yapaydı anlatamam, gördüğümde hemen anladım imitasyon olduğunu. Sen dök betonu yap marina, biz de tüm kıyı şehirlerimize yapmayı düşünüyoruz zaten. Bizim yıkılan balıkçı barınağımızın önündeki gariban sandalı da bağlayacak bi yerimiz olur böylece.

Dubai Marina
Heryerde koştur Allah koştur fotoğraf çektik, 5 dakika otobüs dışına çıkıyoruz, fotoğraf çekinip içeri geri geliyoruz, tshirt komple ter. Allahdan İlker in aklına uyup avcı şapkası aldım da rahat ettim. Şapkası olmayan bazı bayiiler ceplerindeki takkeleri takıp dolaştılar, unutulmayacak anekdot oldu bizim için :)

Yemeğinizi yerken kayak yapanları seyredebiliyorsunuz.



Cuma namazını kılmak için bir camiiye götürdüler bizi, içeride yer olmadığı için seccade alıp dışarıda kıldık. Hutbeyi dinlemek farz olduğu için Arapça olan ama hiçbirşey anlamadığımız hutbeyi dinledikten sonra namaza durduk off bu ne sıcak. Alnımdaki ter güneş gözlüğüme damlıyor oradan aşağıya. 2 rekat kılıp hemen kaçtık walla. İbrahim abi ,Mestan ve Cevatla bir taksi tutup Dünyanın en büyük avm si olan dünyanın en yüksek binası olan Burj Khalifanın altındaki Dubai Mall'a gittik. Bizimkilerden ayrılıp, yıllar önce Samsunda tanışıp 2.5 yıldır Dubaide yaşayan Kemalle buluştum. 2-3 saat bir kitapçının içerisinde gökdelen manzaralı bir kafede oturup muhabbete daldık. Konular malum ülke gündemi, Dubaide hayat, nerede o eski Samsun ahh ahh. Peşine alışveriş için mağaza mağaza dolaştık ki ben alacam diye dolaşırken kemal güneş gözlüğü aldı :) İşimiz bitince Kemalin arabanın park ettiği yerin numarasını unutmasından kaynaklı baya bir süre aracı arayıp bulduktan sonra beni otele bıraktı. Dinlendim, duj falan peşine Kemal kardeşim eşiyle gelip otelden beni aldı.Bellona grubu haliçte seyahat eden bir gemi üzerinde yemeğini yemiş. ( sıcaktan bunalmış, hiç beğenmemişler :-) Beraber Emirates Mall daki Cheese Cake Factory'e oturduk. Restoran, avm nin içindeki kayak pistinin hemen yanındaydı. Kayak yapanları, kar topu izleyenleri izlerken yemek yiyorsun, harika bir keyifti. Makarna, peşine tabii ki cheesecake, çay falan çok güzel bir yemekti. Kemalin eşi Evin avm de kaldı, Kemal beni otele bıraktı.Vedalaştık, lobiye bizimkilerin yanına geçtim ki cep telimi kemalin araçta unutmuşum. Tabii Kemal in cep teli de ezbere bilmiyorum, aklıma geldi bir ark.ın cep telini ödünç alıp face e girip kemale oradan beri yazdım. Allahdan gördü de, 15-20 dakikaya çok zahmet oldu ama geri otele gelip telefonu getirdi.Lobide bayii dostlarımızla muhabbetimiz devam etti. Peşine oda ve yatış.


Değirmenci Ailesiyle Cheese Cake Factory'de akşam yemeği keyfi
Sheikh Zayed Camisi

 8 de uyanıp duş ve kahvaltı, saat 9 da otobüse bindik. İstikamet Abu Dhabi. Yolculuğumuz 1.5 saat kadar sürdü, yol boyunca uyudum.
Ülkenin en büyük camisi olan Sheikh Zayed Camisine geldik. 2007 yılında inşası biten camide aynı anda 40 bin kişi ibadet edebiliyormuş. Zayed bin Sultan Al Nahyan Birleşik Arap Emirliklerinin kurucusudur. 33 yıl ülkeyi idare etmiş olup 2004 yılında vefat etmiştir ve kendi adına yaptırmış olduğu caminin avlusuna defnedilmiştir. Camii dış görüntü itibariyle fazlasiyle Taç Mahal'e benzettim. Her tarafı bembeyaz olan Camiinin avlusu çok geniş ve çevresi süs havuzlarıyla kaplı. Camiiyi bol bol gezip fotoğrafladıktan sonra şehri turladık, meşhur otellerin, Abu Dhabi emiri ve ailesinin evlerinin önünden geçtik. Bi yerde mola verip sahilde fotoğraf çektik, hediyelik eşya aldık. Öğle yemeği için Abu Dhabi deki Crowne Plaza oteline geçtik. Otelin 14.katındaki restoranda açık büfe yemek ikramı vardı. Yemekleri baya beğendim. Hurma pazarına gittik, isteyenler hediyelik hurma aldılar.

Bir sonraki durağımız 200.000 metrekare üzeri kapalı alana kurulmuş eğlence merkezi Ferrari World'dü. Bu eğlence merkezi dünyanın en büyük kapalı eğlence merkezi olup yine dünyanın en hızlı roller coastera (saatte 240 km hıza çıkıyor ) sahip. Roller coastera bindiğinizde 4 saniyede 200 km hıza ualşıyorsunuz ve binmenizle inmeniz arası 47 saniye sürüyor. Daha içinde birçok extreme oyuncaklar barındıran bu komplexde vaktimiz olmadığı için sadece Ferrari Store da vakit geçirdik. Yane içeri girmedik, hiçbir şeye binmedik. Mağazada gezdik ama çok da pahalıydı, nerdeyse kimse hiçbirşey almadı. Alan da şapka,fincan, anahtarlık gibi şeyler aldı.

Sheikh Zayed Camisi
6 gibi otelimize vardık. Akşam 9 a kadar odalarımızda dinlenip otobüsle sahil tarafında bir Lübnan restoranına gittik. Rehberimiz otobüste o kadar tembihledi ki masaya oturduğunuzda soğuk mezeler vardır peşine sıcak mezeler gelir, hepsini yiyip de karnınızı doyurmayın ana yemeğe yer bırakın diye. Biz de aynen dediği gibi yaptık. Pek ekmek yememeye çalıştık ama maşallah herşeyi sildik süpürdük. Oturduktan 1 saat sonra falan rehbere dedim ki ya abi biz hala ana yemeği bekliyoruz. Garsonu çevirip sordu, ne dese iyidir, biz getirdik zaten. Biz meze diye gelen ana yemeği de yemişiz açlıktan ama doymamışız.Ana yemek dedikleri de 2-3 er parça ufak et ve tavuk parçalarından oluşuyordu. Bir tabak daha getirdiler de yedik, üstüne meyve yiyince açlık hissimiz gitti işte. Canlı müzik vardı, aşırı sesden rahatsız olup birkaç kişi balkondaki masalara oturduk. Peşine otele gelip lobide biraz muhabbetten sonra yatıp uyuduk.

Sheikh Zayed Camisi
Sabah 10:30 da lobiye inip valimizi verip check out yaptım ,kahvaltımızı yapıp taksiyle tahtakale gibi ucuz elektronik malzeme satılan Nasır Square'e gittik. Aynı bizim sirkeciye benzeyen bu yerde binaların altındaki irili ufaklı dükkanlarda her türlü elektronik malzemeler satılıyor. Avm lerle %10-20 gibi fiyat fark ediyor. Garantide belki sıkıntı olabilir ama zaten Türkiyede kullanacağımız için avm lerden de alsak bizim için bir şey farketmiyor. Kuzenime fotoğraf makinesi aldım ardından taksiyle Deira City Centre adlı bir avmye geçtik. Dolaş dolaş dur, yorulduk bir cafeye oturduk millet kahve içti ben de milk shake. Ordan taksiyle Dubai Mall'a geçtik. Alışveriş merkezinde baya bi gezindik,cheesecake factory de tatlı yedik. Cotton,Mado,Mavi Jeans gibi markaların dünyanın en büyük avm sinde mağazaları bulunuyordu, görünce çok sevindim. Akşam 9 a doğru avm nin yanındaki Burj Khalifa nın havuzunda su gösterisi vardı. Her yarım saatte bir 3-4 dakika süren gösteriyi herkes heyecanla izledi. Taksiyle otele geçtik, aldığımız eşyaları lobideki valizimize yerleştirdik. 11 de oteli terkedip havalanına geçtik. Uçağımız gece 2:30 da olduğundan boş boş mağazaları dolandık, sonra bişeyler alıp Mcdonalds'a oturduk. Uçağa binmek üzere salona geçtik ama biraz rötar yaptığından bekledik. Uçağa geçtik, cam tarafında oturduk. Yanıma kaldığımız 4 gün boyunca her karşılaştığımızda nere bayisi olduğumu soran Ankaradan bir bayii oturdu, yine sordu nere bayisi olduğumu :) Uçak kalkarken yine sordu, hayret inerken sormadı. Yol boyunca yorgunluktan öyle uyumuşum ki uçağın lastikleri yere vurmasıyla uyandım. İbrahim Abinin elinde telefonun hesabına göre sabahdan akşama 15 km yol yürümüşüz. Bi de sırtımda 7 kilo kadar fotoğraf makinesi çantam vardı ki askerdeki gibi tam teçhizatlı koşudan bir farkı kalmadı.
Karadenizdeki Bellona Bayiileriyle Ferrari World'de..

Can Dostlarımla beraber
Sabah 7 de İstanbula indik. Valizler gelsin diye baya bir bekledikten sonra hep beraber iç hatlara geçtik. Şort,terlik geldiğimden kot pantolon, ayakkabı üstümü değiştim. Bizimkilerle vedalaşıp ayrıldık, biraz oturup bekledim, İlhan gelip beni aldı. DTM deki ofislerine geçtik. Tost falan yiyip muhabbet ettik. Sonra ayrılıp metroyla fatihe geçtim. Eniştemle ablam arabayla gelip beni aldılar. Fatihdeki Sütişe geçtik beraber. Bişeyler içip oradan da itfaiyenin oradaki lokantalardan birinde Siirtin meşhur Büryan Kebabından yedik. O kadar yorulmuşum ki oradan ablamın çalıştığı hastaneye geçerken uyumuşum. Boğazın kenarında 1800 lü yıllarda Sultan Abdülmecid'in kızı ve eşinin kalması için yapılmış eskiden kalma Baltalimanı Sarayı günümüzde Baltalimanı Kemik Hastanesi olarak kullanılmaktadır. Boğaz manzaralı kafeteryasında çayımızı yudumladıktan sonra sahilde baya bir yürüdük. Sonra liseden arkadaşlarımla buluşacağım Kuruçeşmedeki bu sene 3.kez buluştuğumuz The Market adlı restauranta geldim. 7-8 kişiydik. Almanyadan Vefa, Kongodan Deniz, Bursadan Yusuf' un geceye katılması harika oldu. Güncel siyasi meselelerden tutun da ekonomiye, gündelik hayatımızdan lise yıllarımıza varan muhabbetimizi gece 12 ye doğru noktaladık. Geceyi Yusuf ile beraber İsmailin Bakırköydeki evinde geçirdik. Sabah 9 gibi kalkıp indik aşağıya, bizimkilerle vedalaşıp taksiyle havaalanına geçtim. Bu yazının birçoğunu İstanbuldan Samsuna dönerken yazdım. İndiğimde yazdığım lap topumu koltuğun önündeki cepte unutunca birgün sonra kayıp eşya bürosundan alabildim.

Birleşik Arap Emirliklerine (BAE) dönecek olursak ;

Başında müslüman idarecilerin olduğu, suni de olsa bu kadar gelişmiş şehirlerin olduğu, insanların barış içerisinde yaşadığı bu ülkeye hayran kaldım. Avrupa, Amerikadan farkı yok. Herkes istediği gibi hayatını yaşıyor.,isteyen çarşafla,isteyen mini etekle geziyor. Nüfusun %20 si Arap geri kalanı 200 farklı milletin vatandaşı. BAE vatandaşı sonradan olunmuyor, doğuştan değilseniz evlenme yoluyla vb yollarla da olamazsınız. Çalışıyorsanız oturma izniniz oluyor, işten çıkarılırsanız , oturma sebebiniz ortadan kalktığı için size 1 ay süre veriyorlar, yeni bir iş bulamazsanız güle güle BAE.

Ülkede vergi yok. Yatırım yapmak istiyorsanız serbest bölgede şirket açabilirsiniz ama sadece yurtdışından ürün getirebilir, ülke içine başka bir BAE şirketi üzerinden pazarlayabilirsiniz. Başka ülke vatandaşının ülke sınırları içinde şirket açması için %51 ortaklı BAE vatandaşı bulması lazım. Yani ne yaparsanız yapın %100 yabancı sermayeli bir şirketin ülkede iş yapması olanaksız.
Arabalar ucuz, benzin 1.2 TL bizde 5 TL. Yıllardır bizim çözemediğimiz cari açığı adamlar petrol ve turizmle çözmüş herkes lüks arabalara biniyor.

Herşeyin 'en'ini yapmışlar. En uzun bina, en büyük avm, en büyük yapay ada, en büyük kapalı eğlence merkezi,en büyük klimalı açık hava alışveriş merkezi, dünyada tek avm içinde kayak pisti bla bla bla diye gidiyor.

Cuma günü haftalık tatil olduğundan avm ler dışında mağazalar kapalı. Bizdeki haftasonu onlarda Cuma Cumartesi. Anlayacağınız Pazar günü ilk iş günü :)

Sokakta içki içmek yasak, eğlence mekanları sabaha kadar nerdeyse açık, alkol almak isteyen bardakta alıp içebiliyor. Eğlence mekanları dışında içki satışı yasak.

Cep telefonu ya da fotoğraf makinesi gibi elektronik malzemeler ucuz olduğundan alınabilir, avm lerle caddedeki mağazaları fiyat için kıyaslamayın, Nasır Square'e gidip mağazalar arası en ucuz fiyat için dolaşıp pazarlığınızı yapın ve alacağınızı alın.

Avm lerde dışarı çıkıp el edip de taksi çevirmiyor, en alt kata iniyor klimalı salonda taksi kuyruğunda bekliyorsun.

Dünyanın en yüksek binası olan Burj Khalifa'ya çıkmak için önceden randevu almak gerekiyor, birkaç saat sonraya randevu veriyorlar. ( Randevu internet üzerinden de alınabiliyor) Bina daha yüksek olmasına rağmen ziyaretçiler 124.kata kadar çıkabiliyor. Randevuyla çıkmak için 40 dolar kadar ücret veriyorsunuz. Yok benim işim var, hazır gelmişken hemen çıkim derseniz hiç sıra beklemeden Vip bileti 100 dolara alıp 1 dakika sonra 124.katta oluyorsunuz.

Hava biz gittiğimizde 43-45 derece aralığındaydı. Eminim hissedilen sıcaklık değeri 50 nin üzerindedir. Geceleri serin olabilir, hafif bişeyler alın dediler üstünüze. Yalannn. Gece gündüz aşırı sıcak. Nem çok fazla. Siz siz olun kışın gidin, zaten yılın en serin olduğu zamanlar 25 derece falan oluyormuş hava. Dışarıda nefes alıp yürüyüş yapma imkanınız olur, yoksa avm lerden dışarı zor çıkarsınız.

Tüm taksiler Dubai Şeyhi Maktum'a ait. Taksilerin alt tarafı krem rengi üst tarafı 3-4 farklı renkte. Her rengin farklı anlamı var, mesela pembe taksilerin sürücüleri bayan ve sadece bayan müşterileri alıyor. Diğerlerine de bayanlar binebiliyor ama tercih meselesi. Metro vagonlarında falan da bayanlara özel vagonlar mevcutmuş. Bizim İETT orada RTA, rehberimizin deyimiyle Recep Tayyip Ardoğan :)

Tv de Kuzey Güney, Muhteşem Yüzyılı arapça konuşurlarken görürseniz şaşırmayın :)

Yollar alabildiğince geniş öyle ki büyüme hedefleri olduğu için şehir dışı yollarını bile 6 şar şerit yapmışlar. 10 yıl sonraki Dubaiyi hayal bile edemiyorum. Yabancılara arazi satışı yok, ama isterseniz daire alabilirsiniz.

Yemekleri güzel, Lübnan,Cezayir tarzı Arap mutfağı olduğundan bizim yemeklerimize yakın tadları var. Şükür aç kalmadık. Hatta Burj El Araba yakın Turkish Village adındaki restoran malzemeleri Türkiyeden getirttiğinden çok lezzetliymiş.

Birleşik Arap Emirliklerine gelirseniz Abu Dhabiyi görmeden dönmeyin, özellikle muhteşem bir eser olan Sheikh Zayed Camisi görülmeye değer. 

Bir sonraki seyahatimde görüşmek dileğiyle...

 


















9 Ağustos 2013 Cuma

St.Petersburg Üzerine...

 Perşembe akşamı baya heyecanlıydım ertesi günü st.petersburga gideceğimden.1-4 Mart arası arası orada buluncaktım.Cuma sabahı 7 de uyanıp valizlerimi alıp aracımla havaalanına geçtim. Her zamanki gibi yolcu eden kimse olmadı :)

Sabah 07:50 uçağıyla İstanbula uçtum. Normalde 9 buçuk gibi en geç inmem gerekirken zannediyorum geç kalkmasından geç valizlerin verilmesinden 10:30 u buldu iç hatlardan çıkmam. Direkt dış hatlara gittim, vista turizmin kontuarını bulup birkaç kişiyle tanıştım. Gruptan tanıdığım Trabzon bayisi Veysel abi vardı. Yanında da kömür tüccarı Musa abi. Valizleri verdikten sonra üst kattaki yemek salonunda bişeyler atıştırıp aşağıya indik. Onlar içeri geçtiler ben cuma namazı için bekledim. Uçak kaçırma endişesiyle de olsa cumayı kıldım. Koştura koştura pasaport kontrolden ve güvenlikten geçip , kan ter içinde kalarak biniş yerinde otobüsü yakalayıp uçağa bindim. Yanıma hiç tanımadığım birisi oturdu. Krediver diye firma ile gittiğimizden grup 50-60 kişi kadardı ve hep esnaftı. Yanımdakiyle ki abi diyordum yol boyunca, yol esnasında öğrendim ki yaşıtımmış, çok şaşırdım. Bana bir arkadaşım adam demişti, ben de içimden gülmüştüm. İşte yanımda oturan 34 yaşında harbiden bir adamdı. Zaten kendisine de ifade ettim çok olgun göründüğünü , dedi sen bekarsın ya ondandır :)



Rusyanın en turistik şehriymiş Moskova ile St.Petersburg. Süper güç olan Rusyaya uçakla inip de o havaalanını görünce oha yane oldum. Bizim hiçbir şehrimizde bu kadar berbat, kötü bir havaalanı eminim yoktur. Uluslararası havaalanının bu kadar kötü olması içimden bu şehrin ne kadar kötü olacağını aklıma getirdi. Metronun 50 yıl yapılmış olmasının bir artısı kalmıyor böyle olunca. 25 milyon insanın ölmesine sebep olan stalin metroyu yapmış, üstüne çivi bile çakmamışlar yane.



İner inmez otele gittik. Türkiden 2 saat ileriydi saati ve indiğimiz gece hava -10 derecelerde. Otelde oda anahtarlarının yemekte dağıtılacağı söylendi ben rica ettim önden alıp odama yerleştim peşine yemeğe indim. Yemekten sonra yorgunluktan çıktım odama, Günlük internet pakedi alıp internette takıldım.

Sabah 8:30 gibi uyandım. Duş falan derken peşine kahvaltıya indim. Güneş burada 8:50 de doğuyor. Enteresan bir şehir. Saat 10 da lobide toplanıp 2 otobüs dolusu grupla şehir turuna çıktık. Öyle bi panoramik tur attırdılar. Öğle yemeğini yiyip peşine serbest bıraktılar. Veysel abileri daha ayrılır ayrılmaz hemen dibimizdeki pazar yerinde kaybettim. Kendim gezmeye başladım. Kiliseleri gezdim, sabahleyin götürdükleri Tatar Camisine gittim. Donmuş nehrin üstünde 1 saat kadar oyalandım. Nehirin 1-2 yerinde havuz gibi yer yapmışlar çok ufak, girmek isteyen insanlar daha dayanıklı,dirençli olmak amaçlı girip çıkıyorlar. 1-2 kare yakalamaya çalıştım ama olmadı ne yazıkki. Hepsi çıkmış güneşleniyorlardı mayolarıyla.

Sabahdan aman düşersiniz çok ileri gitmeyin tehlikeli olabilir dedikleri donmuş nehrin üstünden yürüme karşıya geçtim. Baya bir mesafe vardı. Korkmadım deil ama o kadar çok insan vardı ki nehrin üstünde ,olmuş sanki yürüme yolu.

Otele kadar hem yürüyüp hem de etrafı tanımaya, fotoğraf çekmeye çalıştım. O kadar yol yürüdüm ki çok yoruldum baktım gps den hala baya bi mesafe var, artık pes edip taksi tuttum. Taksimetre bu çok gelişmiş şehirde hala yok. Pazarlık usulü biniyor herkes. Zaten taksi de çok nadir geçiyor. Taksici dedi 500 ruble. Ben dedim 400 taksici tamam dedi bindim. 300 ruble 10 dolar yapıyor.

Otele gittikten sonra az odaya çıkıp dinlenip peşine lobiye indim. Lobide toplanıp yemeğe geçtik.Gittiğimiz restoranda canlı müzik vardı. Pahalı biryer olduğu her halinden belliydi. Veysel abi ve diğer bellona bayileriyle koyu bir bellona muhabbetine daldık. Yemekten sonra otele geldik. Bizimkilerle lobide muhabbet edip çıktım odama. Yine bağlandım internete. İnternetten Hababam sınıfını izlerken uyuyakalmışım.

Sabahleyin kahvaltımızı yapıp otobüsümüze bindik. Gittik dünyanın en büyük müzelerinden birisi olan Hermitage Müzesine. 3.000.000 eser sergileniyormuş. Zamanında rus çarı olan onların tabiriyle 1.petro bizim tabirimizle deli petronun kaldığı saray gerçi petro yüksek yapılardan kapısı ,tavanı yüksek yapılardan korktuğundan minik ev tarzı yerler inşaa ettirip oralarda kalırmış.1000 odası mevcut. Baltazar ın aşk yaşadığı söylenen katerinalar falan hep orada kalmış. Bu katerinanın 5 tane kocası olmuş. Hep böyle asillerle evleniyormuş. Deli petro da kafasına koyduğunu yaptığını bildiğinden 5.kocası saraydan biri eşini kendi sarayından hiç dışarı çıkarmamış sırf petro görmesin diye. Birgün deli petro saraya gizlice girdiğinde bunun karısını görüyor ve aşık oluyor ve evleniyor adamın karısıyla. Katerina nın portresini gördüm. Ay bir çirkin bir çirkin. Neresini beğenmişlerse. Gerçi Rusyada herkes sarışın mavi gözlü olduğundan esmer tenliler kahverengi gözlüler,saçlılar daha prim yapıyormuş. Gerci öyle bile olsa çok daha güzelini bir rus ana doğurmuştur herhade. Bu sadece doğru zamanda doğru yerde olmuş sanırsam. Şanslıymış yane.Hermitage da 2 saat gezdikten sonra otobüsümüze bindik, bizi şehir merkezinde indirdiler. Veysel abilerle beraber indim 1 dakika sonra ayrılıp tek gezdim. Bu sefer alışverişe ayırdım vaktimi. Hem alışveriş yaptım hem de fotoğraf çektim. Akşam 6 da otele taksiyle gittim. Bu defa 600 ruble verdim. Gerçi dünkünden daha uzun mesafe vardı zaten. Az dinlendim peşinden gala yemeği için otobüslere binip restorana doğru hareket ettik. Tavuk vardı yemedim, ekmeği de ne kadar desem de bir türlü getirtemedim garsonlara, hafif aç kalktım. Yanıma tripodumu(fotoğraf makinesi ayağı) almıştım. Müsaade isteyip erkenden ayrıldım kendim. Kafama koydum nehir kenarına gidip yansıma fotoğrafı çekecem. Hava – 13, -14 derece falan. Ama nasıl giyinmişim . Babamın seneler önce rusyadan getirdiği tavşan tüyü kalpağım. İçimde içlikler. Kaz tüyü mont. Tabanı 3-4 cm kalınlığında -30 dereceye kadar ısıyı muhafaza eden ayakkabılar. Elimde kayakçı eldivenleri. Boynuma da atkı doladım. Çok fazla yürüdüm çooook yoruldum. Birkaç saray bina kilise falan fotoğrafı çektim. Nehir kenarına ulaştım en sonunda. Bir geldim ki hüsrannnn. Nehir buz olduğundan su görünmüyor, haliyle yansıma yok. Hayallerim yıkıldı. Az ilerlim belki ilerde vardır diye düşündüm bizim boğazdan daha da güzel olmadığına kanaat getirdim. Sıradan binalar vardı, zaten rüzgardan su da baya bi dalgalıydı.

Çok üşüdüm artık yürümeye de takatim kalmadığından taksi durdurdum. 10 dakika sonra başardım. Bi taxi durdu ama şöförün yanında birisi oturuyor. Herhalde dedim arkadaşı. Dedim holiday inn otel. Adresi biliyonmu dedi bana kırık ingilizcesiyle. Dedim no. gps den gösterdim anlamadı sanırsam. İlk başta 700 ruble demişti, sonra 1000 dedi yolda. Dedim inmek istiyorum. Öyle böyle derken 700 e anlaştık. Öndeki iki kişi aralarında rusça konuşuyorlar ve otelin olduğu istikametin tam tersine doğru döndü taksi. Sordum nereye diye. Dedi önce bu inecek sonra seni götürecem. Nerelisiniz dediler dedim Türküm. Öndeki yolcu döndü değişik bir lehçe ile türkçe konuşmaya başladı. Sordum tatarmış ama zor anlaştık yane. Türkçe konuşunca bi an rahatladım. Ters istikamete doğru taksi dönünce tırsıp cebimdeki paranın büyük bir kısmını çorabıma sakladım :) dedim oğlum berat bunlar seni muhtemelen bir köşeye götürüp soyacaklar. Foto makinesini zaten gördüler o gitti, e cebimde para vardır diye zaten düşünüyorlardır bulduklarını alırlar. Çorabıma sakladığım zaten akıllarına gelmez. O parayla da otele dönsem kafidir :) ama neler aklımdan geçiyor hiç olmadı kapıyı açar atlarım walla. Canımı kurtarim de :)

Neyse ki korktuğum başıma gelmedi. Tatar yolcu indi ben kaldım taksiciyle başbaşa .Taksi söförü zekice bir soru sordu dedi ya hem adresi bilmiyon hem de oranın 700 ruble edeceğini nerden biliyorsun. Dedim 2 gündür taksi kullanıyorum az çok biliyorum ne tutar, o yüzden de 700 ruble önerdim. Artık ne kadarını anladı bilemiyorum gerçi. Otele çok hızlı bir şekilde getirdi muhabbetini de sevdiğimden belki de korktuğum başıma  gelmediğinden,adamla o kadar pazarlık yapmış olmama rağmen fazladan para verdim, kaçırmadığı için minnettarlığımı göstermek amaçlı :)



Çok yorgundum acayip hem de , gece tekrar internet parası ödemim diye ki günlüğüne nerdeyse 30 TL para ödüyordum, youtube dan hababam sınıfını açıp oynatmıştım biz yemeğe giderken. Geldiğimde internet bağlantım yoktu ama hafızaya aldığından hababam sınıfını izleyerek yine uykuya daldım. Ama görseniz tam dalacam, şaban bir espiri patlatıyor uyku muyku kalmıyor :)



Sabah 10 da uyandım. Geceden resepsiyona sorup kahvaltının 10:30 a kadar sürdüğünü öğrendiğimden hemen kahvaltıya indim. Ayağımda terlikler eşofman falan. Hergünkü gibi cornflakesimi yedim 2 tabak bir de yanında omlet yaptırdım. Bu sefer güzel oldu. Öğlen yemeği yemeyeceğimizi düşünüp çok fazla yedim.

Kahvaltının ardından odama çıkıp duş aldım valizimi hazırladım. 11:30 da lobiye inip check out yaptım. Bagajları dışarı çıkarız diye emanete verdik. Ama çıkmadım. Tüm gün lobide oturup Gemlik bayisi Ali abi ve etrafımızdakilerle muhabbet ettik. Veysel abiyle Musa abiler dışarı çıktılar. Walla lobide 4-5 saat oturdum. Muhabbet güzeldi, hep iş konuştuk zaten. Konu iş olunca dayanamıyorum sabahlara kadar konuşasım geliyor zaten :)

Akşam 5 de otelden ayrıldık. Trafik vardı biraz 40-45 dakiya havaalanına vardık. Biraz bekledikten sonra check in işlemi için sıraya girdik. Aman Allahım belki yarım saat sıra bekledik. Peşine pasaport kontrol ve içeri geçtik. Biraz duty free shoplarda turladıktan sonra uçağın kapısına geçtik.

Uçak saatinden biraz geç havalandı sanırsam normalde St.Petersburg saatiyle 19:50 de kalkıp İstanbul saatiyle 21:30 da inmesi gerekiyordu. Gerçi geç inse de benim uçağım gece 1:30 da olduğundan problem yoktur. Veysel abinin trabzon uçağı benden 1 saat önce olduğundan sanırsam onunla takılacağız. Uçakta köfte ve tavuk yanında salata, üstü kremalı kek, diet bivküvi, peynir ve tereyağ verdiler. Yemeğin geldiği plastik kaplar, poşetler, tuz ve karabiber hariç herşeyi hemen sildim süpürdüm. Thy uçaklarında bu kadar hızlı hepsini yiyen 2.bir yolcu olmaz sanırsam. Beni tanıyanlar iyi bilir aç olunca gözümün bir şey görmediğini :)

Petersburg anılarımın hepsini şu an içinde bulunduğum İstanbul uçağından yazıyorum. Yanımda bu sefer belki de grubumuzdan hiç olmayan birisi var. Hiç Bir şey konuşmadık ,ben de günlüğüm için birşeyler karalim dedim.



Petersburg için izlenimlerime gelince :



Normalde bizim gittimiz ay olan Martta, Şubatta falan yılın en soğuk mevsimi olduğundan otellerin en ucuz olduğu zamanmış.

Maşallah oradan ayrılırken hava -9 dereceydi İstanbulda ise 9 derece. Birden 18 derece yükselince fazla sıcak gelecek sanırsam :) Geceleri derece – 15 lere kadar dayanıyor. fotoğraf çekmek için kış değil yaz gelmek lazımmış.



Binalar çok eski yapılar. Pencereler binalara göre ufak kalmış ve içeriler hep karanlık görünüyor. Öyle büyük vitrin olmadığından ve kapıda rusça yazıp anlamadığımızdan içeride ne satıldığını cama iyice yapışıp içeri bakınca algılayabiliyorduk. Tabii buna çok büyük markalar dahil değiller.



Ülkede kimse ingilizce bilmiyor. Bir otelin resepsiyonistleri bir de en son gece bindiğim taksi şöförü biliyordu. Sevinçten adamın boynuna atlayacaktım zaten ilk başta. Bazen yolda kafamda kalpakla görünce rus sanıp birşeyler diyorlardı diyordum ben rusça bilmiyorum ingilizce olarak, karşımdaki rusça bişiler söyleyip uzaklaşıyordu.Pasaport kontrolünde oturan memur dahi ingilizce bilmiyorsa uluslararası havalimanında öhö yane.



Yollarda hiçbir yerde ingilizce bir ibare yok. Bu kadar turistin geldiği bir şehirde bence bu büyük bir eksiklik.



Restoranlarda buna oteldeki kahvaltı salonu da dahil bir vestiyer muhabbetidir gidiyor. İlla montunu çıkarcan üstünden. Bir restoranda sordu da rehber zorunlu deilmiş öyle geçtik anca. Ama takmışlar bu vestiyer işine. Zaten son gece gittiğimiz super lux restoranda 60 kişi bir vestiyer kuyruğuna girdik maşallah bana sıra gelene kadar 15 dakika geçti zaten. Bunu sevmedim işte.



Havaalanında iner inmez Azeri taksi şöförü olduğunu söyleyen birkaç kişi yanımıza geldiler. Çok sevindim Türkçe konuşan birilerini gördüğümde. Meğersem dertleri bizle arkadaşlık etmek değil bize arkadaş bulmakmış,üzüldüm onlar adına. Bu gibi insanlara dikkat !!!



Siz siz olun şehir merkezinden uzakta bir otelde konaklamayın. Git gel çok sıkıntı oluyor. Bir de hiç abartmıyorum asansörden inince odama 100 metre yol yürüyordum. Bulunduğum katta 80 oda vardı benimkisi 77. odaydı. Sonradan ek bina yapmışlar yana ama asansör koymamışlar.Asansörden odaya çok yoruldum :)



Ben unuttum yanımda yiyecek malzeme götürmeyi. O yüzden kahvaltı yaparken elmamı yemeyip odama çıkarmıştım karnım acıkırsa diye. Siz siz olun yanınıza yiyecek muhakkak alın.



Şimdi inişe geçiyoruz, zaten anlatacaklarım da bitmiş bulunmakta. Bir kaza gelmeden Samsuna varırsam o zaman yayınlarım bu yazıyı inşallah :)



Bir sonraki yurtdışı seyahatimde görüşmek dileğiyle :)
















23 Ağustos 2012 Perşembe

Ramazan Bayramı ve Köy










Arefe günü sabah 9 gibi kalktım. Aslında yola 9 gibi çıkacakken biraz gece sahura kalkmış olmamdan kaynaklı üstümde oluşan tembellikle o saatte kalkıp valizimi toplamaya başladım. Ümmühan ablam aradı zıt pıt hadi gelmiyormusun diye beni almaya. Sonunda onu ve yeğenlerimi almaya gidip yola çıkmamız 11 i buldu. Önden emine ablamlar yola çıktılar,10 km kadar önümdelerdi. Yollar arefe günü olmasından kaynaklı çok kalabalıktı,öyle ki ünyeden fatsaya giderken araç bile sollayamadım. Yeğenlerimden birisi yolda istiğfar etti, ufaklık zaten 60 günlük o da altına kaçıra kaçıra walla öndeki araçla mesafemiz iyice açıldı. fatsada zekiye ablamlar da bize katılacaktı ama güya 3 araç arka arkaya gidecekken 350 kmlik yolun son 50 km sinde diğer araçları yakalayabildim. ordu da sağranın fabrika satış mağazasına uğradık. Yeğenlerimin gözleri parladı çikolata cennetinde kendilerini bulunca :)
Köye akşam 6:30 gibi indik yane yolculuğumuz yedi buçuk saat sürdü. mesafe aslında 350 km olduğu düşünülürse süre çok uzun ama giresundan sonra yol o kadar dönemeçli ki, merdaneli makine gibi bir sağa bir sola dönüyorsun.
Eve girdik 1 saat sonra iftardı, evimizin önündeki caminin önünde iftar daveti varmış. plastik sandalye ve masalar konulmuş, etraf kalabalık , biraz erken gittik ki yer kapalım diye. hava buz gibiydi mont falan vardı üstümde,kapşonumu dahi örttüm. eniştem bir ara soğuktan caminin içine girdi ısınmaya. menüde ayranlı çorba,dolma,yahni,keşkek ve köy helvası vardı. İftardan sonra eve geçtim çok yorgundum, kanepe üstünde uyuyakalmışım, birkaç saat sonra uyandım üst katta yatağıma geçtim.
Sabah 5:50 gibi kalktım. Abdestimi falan alıp babam ve fethi eniştemle camıyanına geçtik. Camıyanı eskiden köyün tek camisi olan mahalleye verilen isim. şu anda gerçi 2 camii var köyümüzde ama hala camıyanındaki camide bayram namazı kıldırılıyor diğer camiide kıldırılmıyor. gömlek,kazak,mont gittim namaza yine de üşüdüm. namaz çıkışı köylülerimizle bayramlaşmadan sonra yine camıyanında olan yemek davetine gittik. aman Allahım menüde ne var dersiniz sabah saat 7 de;ayranlı çorba,dolma,yahni,keşkek ve tulumba tatlısı. çok açtım hepsini dolu dolu yedim ben de şaşırdım kendime sabahın köründe nasıl bu kadar şeyi yediğimi. oranın yakınındaki mezarlıkta Kuran'ı Kerim okunuyordu, ayakta dinledikten sonra araçla evimize döndük. evde annem ve ablamlarla bayramlaştık,yeğenlerime bayram harçlıklarını verdim, keratalar ne kadar sevindiler. evde dinlendim kendim, üst katta tv karşısında uyudum,öğleden sonra uyanıp ablamla beraber köy fırınına kadınların ekmek pişirmelerini izleyip fotoğraflamak için gittim. geriye dönüşte ablamlara gidip bir çay içip peşine hep beraber hacıili mahallesine dedemlere gittik. Dedem ve teyzemlerle ,dayımla bayramlaştık. Orada bir süre oturduk, bayramlaştık. dedem yine harçlık vermedi :) akşam eve dönünce muhabbet tv falan derken yattık uyuduk.
sabah 10 gibiydi sanırsam uyandım. fethi eniştem ve zekiye ablam kahvaltının peşine köyden sivasa doğru ayrıldı.onlar ayrıldıktan sonra dedemlerin oradaki davete gittik. davetteki menü malum, ne olur ki menüde her davetteki aynı menü, ama karnım çok aç olmadığından sadece keşkek yedim. Allah ömür verir de ben de babam gibi yılın 6 ayını köyde geçirecek yaşlara gelip de köyde kalırsam özellikle ramazanda bu davetteki aynı menü işine bir çözüm bulmam lazım. yemekten sonra kuzenlerim ibrahim ve yakupla beraber alucraya gittik. alucra 10 km ötede, yollar da eskiden çakıllı yoldu bu sene asfalt dökmüşler. aracı park edip sağ sola dolandık biraz, sağ sol derken ilçe merkezi zaten 200 metre yürüyünce bitiyor. bir kahvenin yan tarafında çay içtik, muhabbet derken peşine köye döndük.teyzemler bizde olduğundan direkt bize gittik, orada işte tv muhabbet çekirdek şamda kayısı falan akşam ettik. kardeşimgil geldiğinden alt katta yattım.
sabah kalkınca malum tekrar kahvaltı. ibrhaimle yakup bize gelmişler. hidayetin aracıyla hep beraber annemin köyü olan balcanaya doğru hareket ettik. balcana da alucradan 10 km gibi ötede. en son çocukluğumda gittiğimi hatırlıyorum oraya. gittiğimizde dayım sigara sarıyordu.işi bitince 2 araç balık tutmak için derenin yukarı taraflarına doğru gittik. tırıvırı denilen bişey varmış. normalde yasakmış tabii ama bizim türk milleti dururmu, hemen tırıvırılar çıktı dereye atıldı. çok saçma bişey gibi geldi bana. ben kenarda tripodumu kurdum foto çekimleri denemesi yaptım. dayımla oğlu alpaslan ilerlere gitti. bizimkiler artık bişey tutamadığından ben de düzgün foto çekecek bişey olmadığından canım sıkıldı. dayımları aradık, daha balık tutuyorlarmış onlar 10 dakka bekleyip oğlu mustafayı da yanımıza alıp alucraya gittik. herkes gidip piknik yapalım diyordu asım çavuşun yeri varmış. benim de aklımda nedense hep salih ustanın yeri diye kaldıydı. ne pikniği ya gidip bi lokantada karnımızı doyuralım diyip bizimkileri güç bela ikna ettim. öğlen saat 3-4 gibi 2 lokantada yemeye bişey kalmamış, diğer lokantada bişeyler vardı da oturduk. karnımızı doyurduk bi güzel. marketten bişeyler alıp asım çavuşun yerine doğru hareket ettik. mekan bildiğimiz boş arazi, çimenlik, dere kenarında. asım çavuş diye biri zaten mevcut değil. neden öyle bi isim takmışlar bilmiyorum da zaten. semaverde çay iççez diye gittik. semaveri yaktılar falan, şilte gibi bişeyimiz vardı onun uzerine uzandık. yakupla hidayet balık tutacaz dediler. biz de ibrahim mustafa muhabbet ettik. halil in kardeşleri emre ve hakan geldiler. 2-3 saat oturduk oturmasına da bizim balığa gidenler bi türlü dönmediler. semaveri yerdeki şilteyi falan topladık üşümeye başladığımdan arabaya bindim öyle bekledik. ceplerini yanlarına almamışlardı, bi türlü ulaşamadık. geldiklerinde hidayet soğuktan titriyordu, o soğukta balık yakalayacam diye komple suya girmiş. elleriyle tutmuş balıkları kayaların altına elini sokup. zaten balık yakalamaya giderken de yanlarında olta falan bişey de yoktu. tuttukları balıkları da yakup ceplerine koymuş :) 5-6 tane yakalayabilmişler. hidayet kurulandıktan sonra eve gittik. akşama gece 1 e kadar falan tv izledik ( devlet düşmanını izledik ) . sabah kahvaltından sonra hazırlandık 11 de yola çıktık. fatih mehmet altına kaçırdığından alucraya uğrayıp ablam altını temizledi. yolda şuayip abimlerle durup tarlada karpuz toplayan çocuklardan karpuz aldık. kümbette hidayet de yetişti hep beraber pirzola yedik. orada baya bi oyalandıktan sonra orduda sağraya uğradık akşam altı buçuk gibi samsuna vardık.
benim için güzel bir dinlenme oldu. çok foto çekemesem de bizim köyümüz işte, kuzenlerimle vakit geçirdik, eğlendik.