Perşembe
akşamı baya heyecanlıydım ertesi günü st.petersburga
gideceğimden.1-4 Mart arası arası orada buluncaktım.Cuma sabahı
7 de uyanıp valizlerimi alıp aracımla havaalanına geçtim. Her
zamanki gibi yolcu eden kimse olmadı :)
Sabah
07:50 uçağıyla İstanbula uçtum. Normalde 9 buçuk gibi en geç
inmem gerekirken zannediyorum geç kalkmasından geç valizlerin
verilmesinden 10:30 u buldu iç hatlardan çıkmam. Direkt dış
hatlara gittim, vista turizmin kontuarını bulup birkaç kişiyle
tanıştım. Gruptan tanıdığım Trabzon bayisi Veysel abi vardı.
Yanında da kömür tüccarı Musa abi. Valizleri verdikten sonra üst
kattaki yemek salonunda bişeyler atıştırıp aşağıya indik.
Onlar içeri geçtiler ben cuma namazı için bekledim. Uçak kaçırma
endişesiyle de olsa cumayı kıldım. Koştura koştura pasaport
kontrolden ve güvenlikten geçip , kan ter içinde kalarak biniş
yerinde otobüsü yakalayıp uçağa bindim. Yanıma hiç tanımadığım
birisi oturdu. Krediver diye firma ile gittiğimizden grup 50-60 kişi
kadardı ve hep esnaftı. Yanımdakiyle ki abi diyordum yol boyunca,
yol esnasında öğrendim ki yaşıtımmış, çok şaşırdım. Bana
bir arkadaşım adam demişti, ben de içimden gülmüştüm. İşte
yanımda oturan 34 yaşında harbiden bir adamdı. Zaten kendisine de
ifade ettim çok olgun göründüğünü , dedi sen bekarsın ya
ondandır :)
Rusyanın
en turistik şehriymiş Moskova ile St.Petersburg. Süper güç olan
Rusyaya uçakla inip de o havaalanını görünce oha yane oldum.
Bizim hiçbir şehrimizde bu kadar berbat, kötü bir havaalanı
eminim yoktur. Uluslararası havaalanının bu kadar kötü olması
içimden bu şehrin ne kadar kötü olacağını aklıma getirdi.
Metronun 50 yıl yapılmış olmasının bir artısı kalmıyor böyle
olunca. 25 milyon insanın ölmesine sebep olan stalin metroyu
yapmış, üstüne çivi bile çakmamışlar yane.
İner
inmez otele gittik. Türkiden 2 saat ileriydi saati ve indiğimiz
gece hava -10 derecelerde. Otelde oda anahtarlarının yemekte
dağıtılacağı söylendi ben rica ettim önden alıp odama
yerleştim peşine yemeğe indim. Yemekten sonra yorgunluktan çıktım
odama, Günlük internet pakedi alıp internette takıldım.
Sabah
8:30 gibi uyandım. Duş falan derken peşine kahvaltıya indim.
Güneş burada 8:50 de doğuyor. Enteresan bir şehir. Saat 10 da
lobide toplanıp 2 otobüs dolusu grupla şehir turuna çıktık.
Öyle bi panoramik tur attırdılar. Öğle yemeğini yiyip peşine
serbest bıraktılar. Veysel abileri daha ayrılır ayrılmaz hemen
dibimizdeki pazar yerinde kaybettim. Kendim gezmeye başladım.
Kiliseleri gezdim, sabahleyin götürdükleri Tatar Camisine gittim.
Donmuş nehrin üstünde 1 saat kadar oyalandım. Nehirin 1-2 yerinde
havuz gibi yer yapmışlar çok ufak, girmek isteyen insanlar daha
dayanıklı,dirençli olmak amaçlı girip çıkıyorlar. 1-2 kare
yakalamaya çalıştım ama olmadı ne yazıkki. Hepsi çıkmış
güneşleniyorlardı mayolarıyla.
Sabahdan
aman düşersiniz çok ileri gitmeyin tehlikeli olabilir dedikleri
donmuş nehrin üstünden yürüme karşıya geçtim. Baya bir mesafe
vardı. Korkmadım deil ama o kadar çok insan vardı ki nehrin
üstünde ,olmuş sanki yürüme yolu.
Otele
kadar hem yürüyüp hem de etrafı tanımaya, fotoğraf çekmeye
çalıştım. O kadar yol yürüdüm ki çok yoruldum baktım gps den
hala baya bi mesafe var, artık pes edip taksi tuttum. Taksimetre bu
çok gelişmiş şehirde hala yok. Pazarlık usulü biniyor herkes.
Zaten taksi de çok nadir geçiyor. Taksici dedi
500 ruble. Ben dedim 400 taksici tamam dedi bindim. 300 ruble 10
dolar yapıyor.
Otele
gittikten sonra az odaya çıkıp dinlenip peşine lobiye indim.
Lobide toplanıp yemeğe geçtik.Gittiğimiz restoranda canlı müzik
vardı. Pahalı biryer olduğu her halinden belliydi. Veysel abi ve
diğer bellona bayileriyle koyu bir bellona muhabbetine daldık.
Yemekten sonra otele geldik. Bizimkilerle lobide muhabbet edip
çıktım odama. Yine bağlandım internete. İnternetten Hababam
sınıfını izlerken uyuyakalmışım.
Sabahleyin
kahvaltımızı yapıp otobüsümüze bindik. Gittik dünyanın en
büyük müzelerinden birisi olan Hermitage Müzesine. 3.000.000 eser
sergileniyormuş. Zamanında rus çarı olan onların tabiriyle
1.petro bizim tabirimizle deli petronun kaldığı saray gerçi petro
yüksek yapılardan kapısı ,tavanı yüksek yapılardan
korktuğundan minik ev tarzı yerler inşaa ettirip oralarda
kalırmış.1000 odası mevcut. Baltazar ın aşk yaşadığı
söylenen katerinalar falan hep orada kalmış. Bu katerinanın 5
tane kocası olmuş. Hep böyle asillerle evleniyormuş. Deli petro
da kafasına koyduğunu yaptığını bildiğinden 5.kocası saraydan
biri eşini kendi sarayından hiç dışarı çıkarmamış sırf
petro görmesin diye. Birgün deli petro saraya gizlice girdiğinde
bunun karısını görüyor ve aşık oluyor ve evleniyor adamın
karısıyla. Katerina nın portresini gördüm. Ay bir çirkin bir
çirkin. Neresini beğenmişlerse. Gerçi Rusyada herkes sarışın
mavi gözlü olduğundan esmer tenliler kahverengi gözlüler,saçlılar
daha prim yapıyormuş. Gerci öyle bile olsa çok daha güzelini bir
rus ana doğurmuştur herhade. Bu sadece doğru zamanda doğru yerde
olmuş sanırsam. Şanslıymış yane.Hermitage da 2 saat gezdikten
sonra otobüsümüze bindik, bizi şehir merkezinde indirdiler. Veysel
abilerle beraber indim 1 dakika sonra ayrılıp tek gezdim. Bu sefer
alışverişe ayırdım vaktimi. Hem alışveriş yaptım hem de
fotoğraf çektim. Akşam 6 da otele taksiyle gittim. Bu defa 600
ruble verdim. Gerçi dünkünden daha uzun mesafe vardı zaten. Az
dinlendim peşinden gala yemeği için otobüslere binip restorana
doğru hareket ettik. Tavuk vardı yemedim, ekmeği de ne kadar desem
de bir türlü getirtemedim garsonlara, hafif aç kalktım. Yanıma
tripodumu(fotoğraf makinesi ayağı) almıştım. Müsaade isteyip erkenden ayrıldım kendim.
Kafama koydum nehir kenarına gidip yansıma fotoğrafı çekecem.
Hava – 13, -14 derece falan. Ama nasıl giyinmişim . Babamın
seneler önce rusyadan getirdiği tavşan tüyü kalpağım. İçimde
içlikler. Kaz tüyü mont. Tabanı 3-4 cm kalınlığında -30
dereceye kadar ısıyı muhafaza eden ayakkabılar. Elimde kayakçı
eldivenleri. Boynuma da atkı doladım. Çok fazla yürüdüm çooook
yoruldum. Birkaç saray bina kilise falan fotoğrafı çektim. Nehir
kenarına ulaştım en sonunda. Bir geldim ki hüsrannnn. Nehir buz
olduğundan su görünmüyor, haliyle yansıma yok. Hayallerim
yıkıldı. Az ilerlim belki ilerde vardır diye düşündüm bizim
boğazdan daha da güzel olmadığına kanaat getirdim. Sıradan
binalar vardı, zaten rüzgardan su da baya bi dalgalıydı.
Çok
üşüdüm artık yürümeye de takatim kalmadığından taksi
durdurdum. 10 dakika sonra başardım. Bi taxi durdu ama şöförün
yanında birisi oturuyor. Herhalde dedim arkadaşı. Dedim holiday
inn otel. Adresi biliyonmu dedi bana kırık ingilizcesiyle. Dedim
no. gps den gösterdim anlamadı sanırsam. İlk başta 700 ruble
demişti, sonra 1000 dedi yolda. Dedim inmek istiyorum. Öyle böyle
derken 700 e anlaştık. Öndeki iki kişi aralarında rusça
konuşuyorlar ve otelin olduğu istikametin tam tersine doğru döndü
taksi. Sordum nereye diye. Dedi önce bu inecek sonra seni götürecem.
Nerelisiniz dediler dedim Türküm. Öndeki yolcu döndü değişik
bir lehçe ile türkçe konuşmaya başladı. Sordum tatarmış ama
zor anlaştık yane. Türkçe konuşunca bi an rahatladım. Ters
istikamete doğru taksi dönünce tırsıp cebimdeki paranın büyük
bir kısmını çorabıma sakladım :) dedim oğlum berat bunlar seni
muhtemelen bir köşeye götürüp soyacaklar. Foto makinesini zaten
gördüler o gitti, e cebimde para vardır diye zaten düşünüyorlardır
bulduklarını alırlar. Çorabıma sakladığım zaten akıllarına
gelmez. O parayla da otele dönsem kafidir :) ama neler aklımdan
geçiyor hiç olmadı kapıyı açar atlarım walla. Canımı
kurtarim de :)
Neyse
ki korktuğum başıma gelmedi. Tatar yolcu indi ben kaldım
taksiciyle başbaşa .Taksi söförü zekice bir soru sordu dedi ya
hem adresi bilmiyon hem de oranın 700 ruble edeceğini nerden
biliyorsun. Dedim 2 gündür taksi kullanıyorum az çok biliyorum ne
tutar, o yüzden de 700 ruble önerdim. Artık ne kadarını anladı
bilemiyorum gerçi. Otele çok hızlı bir şekilde getirdi
muhabbetini de sevdiğimden belki de korktuğum başıma
gelmediğinden,adamla o kadar pazarlık yapmış olmama rağmen fazladan para verdim, kaçırmadığı için minnettarlığımı göstermek amaçlı :)
Çok
yorgundum acayip hem de , gece tekrar internet parası ödemim diye
ki günlüğüne nerdeyse 30 TL para ödüyordum, youtube dan hababam
sınıfını açıp oynatmıştım biz yemeğe giderken. Geldiğimde
internet bağlantım yoktu ama hafızaya aldığından hababam
sınıfını izleyerek yine uykuya daldım. Ama görseniz tam
dalacam, şaban bir espiri patlatıyor uyku muyku kalmıyor :)
Sabah
10 da uyandım. Geceden resepsiyona sorup kahvaltının 10:30 a kadar
sürdüğünü öğrendiğimden hemen kahvaltıya indim. Ayağımda
terlikler eşofman falan. Hergünkü gibi cornflakesimi yedim 2 tabak
bir de yanında omlet yaptırdım. Bu sefer güzel oldu. Öğlen
yemeği yemeyeceğimizi düşünüp çok fazla yedim.
Kahvaltının
ardından odama çıkıp duş aldım valizimi hazırladım. 11:30 da
lobiye inip check out yaptım. Bagajları dışarı çıkarız diye
emanete verdik. Ama çıkmadım. Tüm gün lobide oturup Gemlik
bayisi Ali abi ve etrafımızdakilerle muhabbet ettik. Veysel abiyle
Musa abiler dışarı çıktılar. Walla lobide 4-5 saat oturdum.
Muhabbet güzeldi, hep iş konuştuk zaten. Konu iş olunca
dayanamıyorum sabahlara kadar konuşasım geliyor zaten :)
Akşam
5 de otelden ayrıldık. Trafik vardı biraz 40-45 dakiya havaalanına
vardık. Biraz bekledikten sonra check in işlemi için sıraya
girdik. Aman Allahım belki yarım saat sıra bekledik. Peşine
pasaport kontrol ve içeri geçtik. Biraz duty free shoplarda
turladıktan sonra uçağın kapısına geçtik.
Uçak
saatinden biraz geç havalandı sanırsam normalde St.Petersburg
saatiyle 19:50 de kalkıp İstanbul saatiyle 21:30 da inmesi
gerekiyordu. Gerçi geç inse de benim uçağım gece 1:30 da
olduğundan problem yoktur. Veysel abinin trabzon uçağı benden 1
saat önce olduğundan sanırsam onunla takılacağız. Uçakta köfte
ve tavuk yanında salata, üstü kremalı kek, diet bivküvi, peynir
ve tereyağ verdiler. Yemeğin geldiği plastik kaplar, poşetler,
tuz ve karabiber hariç herşeyi hemen sildim süpürdüm. Thy
uçaklarında bu kadar hızlı hepsini yiyen 2.bir yolcu olmaz
sanırsam. Beni tanıyanlar iyi bilir aç olunca gözümün bir şey
görmediğini :)
Petersburg
anılarımın hepsini şu an içinde bulunduğum İstanbul uçağından
yazıyorum. Yanımda bu sefer belki de grubumuzdan hiç olmayan
birisi var. Hiç Bir şey konuşmadık ,ben de günlüğüm için
birşeyler karalim dedim.
Petersburg
için izlenimlerime gelince :
Normalde
bizim gittimiz ay olan Martta, Şubatta falan yılın en soğuk
mevsimi olduğundan otellerin en ucuz olduğu zamanmış.
Maşallah
oradan ayrılırken hava -9 dereceydi İstanbulda ise 9 derece.
Birden 18 derece yükselince fazla sıcak gelecek sanırsam :)
Geceleri derece – 15 lere kadar dayanıyor. fotoğraf çekmek için
kış değil yaz gelmek lazımmış.
Binalar
çok eski yapılar. Pencereler binalara göre ufak kalmış ve içeriler
hep karanlık görünüyor. Öyle büyük vitrin olmadığından ve
kapıda rusça yazıp anlamadığımızdan içeride ne satıldığını
cama iyice yapışıp içeri bakınca algılayabiliyorduk. Tabii buna
çok büyük markalar dahil değiller.
Ülkede
kimse ingilizce bilmiyor. Bir otelin resepsiyonistleri bir de en son
gece bindiğim taksi şöförü biliyordu. Sevinçten adamın boynuna
atlayacaktım zaten ilk başta. Bazen yolda kafamda kalpakla görünce rus sanıp
birşeyler diyorlardı diyordum ben rusça bilmiyorum ingilizce olarak,
karşımdaki rusça bişiler söyleyip uzaklaşıyordu.Pasaport
kontrolünde oturan memur dahi ingilizce bilmiyorsa uluslararası
havalimanında öhö yane.
Yollarda
hiçbir yerde ingilizce bir ibare yok. Bu kadar turistin geldiği bir
şehirde bence bu büyük bir eksiklik.
Restoranlarda
buna oteldeki kahvaltı salonu da dahil bir vestiyer muhabbetidir
gidiyor. İlla montunu çıkarcan üstünden. Bir restoranda sordu da
rehber zorunlu deilmiş öyle geçtik anca. Ama takmışlar bu
vestiyer işine. Zaten son gece gittiğimiz super lux restoranda 60
kişi bir vestiyer kuyruğuna girdik maşallah bana sıra gelene
kadar 15 dakika geçti zaten. Bunu sevmedim işte.
Havaalanında
iner inmez Azeri taksi şöförü olduğunu söyleyen birkaç kişi
yanımıza geldiler. Çok sevindim Türkçe konuşan birilerini
gördüğümde. Meğersem dertleri bizle arkadaşlık etmek değil
bize arkadaş bulmakmış,üzüldüm onlar adına. Bu gibi insanlara
dikkat !!!
Siz
siz olun şehir merkezinden uzakta bir otelde konaklamayın. Git gel
çok sıkıntı oluyor. Bir de hiç abartmıyorum asansörden inince
odama 100 metre yol yürüyordum. Bulunduğum katta 80 oda vardı
benimkisi 77. odaydı. Sonradan ek bina yapmışlar yana ama asansör
koymamışlar.Asansörden odaya çok yoruldum :)
Ben
unuttum yanımda yiyecek malzeme götürmeyi. O yüzden kahvaltı
yaparken elmamı yemeyip odama çıkarmıştım karnım acıkırsa
diye. Siz siz olun yanınıza yiyecek muhakkak alın.
Şimdi
inişe geçiyoruz, zaten anlatacaklarım da bitmiş bulunmakta. Bir
kaza gelmeden Samsuna varırsam o zaman yayınlarım bu yazıyı
inşallah :)
hiç sıkılmadan okuduğum bir gezi notu olmuş. ben de beyaz gecelerde gitmek isterim
YanıtlaSilTeşekkürler, mustafa armağan- kuğunun son şarkısı st.petersburg ile ilgili güzel kitaptır :) m.zahid
YanıtlaSil