9 Ağustos 2013 Cuma

St.Petersburg Üzerine...

 Perşembe akşamı baya heyecanlıydım ertesi günü st.petersburga gideceğimden.1-4 Mart arası arası orada buluncaktım.Cuma sabahı 7 de uyanıp valizlerimi alıp aracımla havaalanına geçtim. Her zamanki gibi yolcu eden kimse olmadı :)

Sabah 07:50 uçağıyla İstanbula uçtum. Normalde 9 buçuk gibi en geç inmem gerekirken zannediyorum geç kalkmasından geç valizlerin verilmesinden 10:30 u buldu iç hatlardan çıkmam. Direkt dış hatlara gittim, vista turizmin kontuarını bulup birkaç kişiyle tanıştım. Gruptan tanıdığım Trabzon bayisi Veysel abi vardı. Yanında da kömür tüccarı Musa abi. Valizleri verdikten sonra üst kattaki yemek salonunda bişeyler atıştırıp aşağıya indik. Onlar içeri geçtiler ben cuma namazı için bekledim. Uçak kaçırma endişesiyle de olsa cumayı kıldım. Koştura koştura pasaport kontrolden ve güvenlikten geçip , kan ter içinde kalarak biniş yerinde otobüsü yakalayıp uçağa bindim. Yanıma hiç tanımadığım birisi oturdu. Krediver diye firma ile gittiğimizden grup 50-60 kişi kadardı ve hep esnaftı. Yanımdakiyle ki abi diyordum yol boyunca, yol esnasında öğrendim ki yaşıtımmış, çok şaşırdım. Bana bir arkadaşım adam demişti, ben de içimden gülmüştüm. İşte yanımda oturan 34 yaşında harbiden bir adamdı. Zaten kendisine de ifade ettim çok olgun göründüğünü , dedi sen bekarsın ya ondandır :)



Rusyanın en turistik şehriymiş Moskova ile St.Petersburg. Süper güç olan Rusyaya uçakla inip de o havaalanını görünce oha yane oldum. Bizim hiçbir şehrimizde bu kadar berbat, kötü bir havaalanı eminim yoktur. Uluslararası havaalanının bu kadar kötü olması içimden bu şehrin ne kadar kötü olacağını aklıma getirdi. Metronun 50 yıl yapılmış olmasının bir artısı kalmıyor böyle olunca. 25 milyon insanın ölmesine sebep olan stalin metroyu yapmış, üstüne çivi bile çakmamışlar yane.



İner inmez otele gittik. Türkiden 2 saat ileriydi saati ve indiğimiz gece hava -10 derecelerde. Otelde oda anahtarlarının yemekte dağıtılacağı söylendi ben rica ettim önden alıp odama yerleştim peşine yemeğe indim. Yemekten sonra yorgunluktan çıktım odama, Günlük internet pakedi alıp internette takıldım.

Sabah 8:30 gibi uyandım. Duş falan derken peşine kahvaltıya indim. Güneş burada 8:50 de doğuyor. Enteresan bir şehir. Saat 10 da lobide toplanıp 2 otobüs dolusu grupla şehir turuna çıktık. Öyle bi panoramik tur attırdılar. Öğle yemeğini yiyip peşine serbest bıraktılar. Veysel abileri daha ayrılır ayrılmaz hemen dibimizdeki pazar yerinde kaybettim. Kendim gezmeye başladım. Kiliseleri gezdim, sabahleyin götürdükleri Tatar Camisine gittim. Donmuş nehrin üstünde 1 saat kadar oyalandım. Nehirin 1-2 yerinde havuz gibi yer yapmışlar çok ufak, girmek isteyen insanlar daha dayanıklı,dirençli olmak amaçlı girip çıkıyorlar. 1-2 kare yakalamaya çalıştım ama olmadı ne yazıkki. Hepsi çıkmış güneşleniyorlardı mayolarıyla.

Sabahdan aman düşersiniz çok ileri gitmeyin tehlikeli olabilir dedikleri donmuş nehrin üstünden yürüme karşıya geçtim. Baya bir mesafe vardı. Korkmadım deil ama o kadar çok insan vardı ki nehrin üstünde ,olmuş sanki yürüme yolu.

Otele kadar hem yürüyüp hem de etrafı tanımaya, fotoğraf çekmeye çalıştım. O kadar yol yürüdüm ki çok yoruldum baktım gps den hala baya bi mesafe var, artık pes edip taksi tuttum. Taksimetre bu çok gelişmiş şehirde hala yok. Pazarlık usulü biniyor herkes. Zaten taksi de çok nadir geçiyor. Taksici dedi 500 ruble. Ben dedim 400 taksici tamam dedi bindim. 300 ruble 10 dolar yapıyor.

Otele gittikten sonra az odaya çıkıp dinlenip peşine lobiye indim. Lobide toplanıp yemeğe geçtik.Gittiğimiz restoranda canlı müzik vardı. Pahalı biryer olduğu her halinden belliydi. Veysel abi ve diğer bellona bayileriyle koyu bir bellona muhabbetine daldık. Yemekten sonra otele geldik. Bizimkilerle lobide muhabbet edip çıktım odama. Yine bağlandım internete. İnternetten Hababam sınıfını izlerken uyuyakalmışım.

Sabahleyin kahvaltımızı yapıp otobüsümüze bindik. Gittik dünyanın en büyük müzelerinden birisi olan Hermitage Müzesine. 3.000.000 eser sergileniyormuş. Zamanında rus çarı olan onların tabiriyle 1.petro bizim tabirimizle deli petronun kaldığı saray gerçi petro yüksek yapılardan kapısı ,tavanı yüksek yapılardan korktuğundan minik ev tarzı yerler inşaa ettirip oralarda kalırmış.1000 odası mevcut. Baltazar ın aşk yaşadığı söylenen katerinalar falan hep orada kalmış. Bu katerinanın 5 tane kocası olmuş. Hep böyle asillerle evleniyormuş. Deli petro da kafasına koyduğunu yaptığını bildiğinden 5.kocası saraydan biri eşini kendi sarayından hiç dışarı çıkarmamış sırf petro görmesin diye. Birgün deli petro saraya gizlice girdiğinde bunun karısını görüyor ve aşık oluyor ve evleniyor adamın karısıyla. Katerina nın portresini gördüm. Ay bir çirkin bir çirkin. Neresini beğenmişlerse. Gerçi Rusyada herkes sarışın mavi gözlü olduğundan esmer tenliler kahverengi gözlüler,saçlılar daha prim yapıyormuş. Gerci öyle bile olsa çok daha güzelini bir rus ana doğurmuştur herhade. Bu sadece doğru zamanda doğru yerde olmuş sanırsam. Şanslıymış yane.Hermitage da 2 saat gezdikten sonra otobüsümüze bindik, bizi şehir merkezinde indirdiler. Veysel abilerle beraber indim 1 dakika sonra ayrılıp tek gezdim. Bu sefer alışverişe ayırdım vaktimi. Hem alışveriş yaptım hem de fotoğraf çektim. Akşam 6 da otele taksiyle gittim. Bu defa 600 ruble verdim. Gerçi dünkünden daha uzun mesafe vardı zaten. Az dinlendim peşinden gala yemeği için otobüslere binip restorana doğru hareket ettik. Tavuk vardı yemedim, ekmeği de ne kadar desem de bir türlü getirtemedim garsonlara, hafif aç kalktım. Yanıma tripodumu(fotoğraf makinesi ayağı) almıştım. Müsaade isteyip erkenden ayrıldım kendim. Kafama koydum nehir kenarına gidip yansıma fotoğrafı çekecem. Hava – 13, -14 derece falan. Ama nasıl giyinmişim . Babamın seneler önce rusyadan getirdiği tavşan tüyü kalpağım. İçimde içlikler. Kaz tüyü mont. Tabanı 3-4 cm kalınlığında -30 dereceye kadar ısıyı muhafaza eden ayakkabılar. Elimde kayakçı eldivenleri. Boynuma da atkı doladım. Çok fazla yürüdüm çooook yoruldum. Birkaç saray bina kilise falan fotoğrafı çektim. Nehir kenarına ulaştım en sonunda. Bir geldim ki hüsrannnn. Nehir buz olduğundan su görünmüyor, haliyle yansıma yok. Hayallerim yıkıldı. Az ilerlim belki ilerde vardır diye düşündüm bizim boğazdan daha da güzel olmadığına kanaat getirdim. Sıradan binalar vardı, zaten rüzgardan su da baya bi dalgalıydı.

Çok üşüdüm artık yürümeye de takatim kalmadığından taksi durdurdum. 10 dakika sonra başardım. Bi taxi durdu ama şöförün yanında birisi oturuyor. Herhalde dedim arkadaşı. Dedim holiday inn otel. Adresi biliyonmu dedi bana kırık ingilizcesiyle. Dedim no. gps den gösterdim anlamadı sanırsam. İlk başta 700 ruble demişti, sonra 1000 dedi yolda. Dedim inmek istiyorum. Öyle böyle derken 700 e anlaştık. Öndeki iki kişi aralarında rusça konuşuyorlar ve otelin olduğu istikametin tam tersine doğru döndü taksi. Sordum nereye diye. Dedi önce bu inecek sonra seni götürecem. Nerelisiniz dediler dedim Türküm. Öndeki yolcu döndü değişik bir lehçe ile türkçe konuşmaya başladı. Sordum tatarmış ama zor anlaştık yane. Türkçe konuşunca bi an rahatladım. Ters istikamete doğru taksi dönünce tırsıp cebimdeki paranın büyük bir kısmını çorabıma sakladım :) dedim oğlum berat bunlar seni muhtemelen bir köşeye götürüp soyacaklar. Foto makinesini zaten gördüler o gitti, e cebimde para vardır diye zaten düşünüyorlardır bulduklarını alırlar. Çorabıma sakladığım zaten akıllarına gelmez. O parayla da otele dönsem kafidir :) ama neler aklımdan geçiyor hiç olmadı kapıyı açar atlarım walla. Canımı kurtarim de :)

Neyse ki korktuğum başıma gelmedi. Tatar yolcu indi ben kaldım taksiciyle başbaşa .Taksi söförü zekice bir soru sordu dedi ya hem adresi bilmiyon hem de oranın 700 ruble edeceğini nerden biliyorsun. Dedim 2 gündür taksi kullanıyorum az çok biliyorum ne tutar, o yüzden de 700 ruble önerdim. Artık ne kadarını anladı bilemiyorum gerçi. Otele çok hızlı bir şekilde getirdi muhabbetini de sevdiğimden belki de korktuğum başıma  gelmediğinden,adamla o kadar pazarlık yapmış olmama rağmen fazladan para verdim, kaçırmadığı için minnettarlığımı göstermek amaçlı :)



Çok yorgundum acayip hem de , gece tekrar internet parası ödemim diye ki günlüğüne nerdeyse 30 TL para ödüyordum, youtube dan hababam sınıfını açıp oynatmıştım biz yemeğe giderken. Geldiğimde internet bağlantım yoktu ama hafızaya aldığından hababam sınıfını izleyerek yine uykuya daldım. Ama görseniz tam dalacam, şaban bir espiri patlatıyor uyku muyku kalmıyor :)



Sabah 10 da uyandım. Geceden resepsiyona sorup kahvaltının 10:30 a kadar sürdüğünü öğrendiğimden hemen kahvaltıya indim. Ayağımda terlikler eşofman falan. Hergünkü gibi cornflakesimi yedim 2 tabak bir de yanında omlet yaptırdım. Bu sefer güzel oldu. Öğlen yemeği yemeyeceğimizi düşünüp çok fazla yedim.

Kahvaltının ardından odama çıkıp duş aldım valizimi hazırladım. 11:30 da lobiye inip check out yaptım. Bagajları dışarı çıkarız diye emanete verdik. Ama çıkmadım. Tüm gün lobide oturup Gemlik bayisi Ali abi ve etrafımızdakilerle muhabbet ettik. Veysel abiyle Musa abiler dışarı çıktılar. Walla lobide 4-5 saat oturdum. Muhabbet güzeldi, hep iş konuştuk zaten. Konu iş olunca dayanamıyorum sabahlara kadar konuşasım geliyor zaten :)

Akşam 5 de otelden ayrıldık. Trafik vardı biraz 40-45 dakiya havaalanına vardık. Biraz bekledikten sonra check in işlemi için sıraya girdik. Aman Allahım belki yarım saat sıra bekledik. Peşine pasaport kontrol ve içeri geçtik. Biraz duty free shoplarda turladıktan sonra uçağın kapısına geçtik.

Uçak saatinden biraz geç havalandı sanırsam normalde St.Petersburg saatiyle 19:50 de kalkıp İstanbul saatiyle 21:30 da inmesi gerekiyordu. Gerçi geç inse de benim uçağım gece 1:30 da olduğundan problem yoktur. Veysel abinin trabzon uçağı benden 1 saat önce olduğundan sanırsam onunla takılacağız. Uçakta köfte ve tavuk yanında salata, üstü kremalı kek, diet bivküvi, peynir ve tereyağ verdiler. Yemeğin geldiği plastik kaplar, poşetler, tuz ve karabiber hariç herşeyi hemen sildim süpürdüm. Thy uçaklarında bu kadar hızlı hepsini yiyen 2.bir yolcu olmaz sanırsam. Beni tanıyanlar iyi bilir aç olunca gözümün bir şey görmediğini :)

Petersburg anılarımın hepsini şu an içinde bulunduğum İstanbul uçağından yazıyorum. Yanımda bu sefer belki de grubumuzdan hiç olmayan birisi var. Hiç Bir şey konuşmadık ,ben de günlüğüm için birşeyler karalim dedim.



Petersburg için izlenimlerime gelince :



Normalde bizim gittimiz ay olan Martta, Şubatta falan yılın en soğuk mevsimi olduğundan otellerin en ucuz olduğu zamanmış.

Maşallah oradan ayrılırken hava -9 dereceydi İstanbulda ise 9 derece. Birden 18 derece yükselince fazla sıcak gelecek sanırsam :) Geceleri derece – 15 lere kadar dayanıyor. fotoğraf çekmek için kış değil yaz gelmek lazımmış.



Binalar çok eski yapılar. Pencereler binalara göre ufak kalmış ve içeriler hep karanlık görünüyor. Öyle büyük vitrin olmadığından ve kapıda rusça yazıp anlamadığımızdan içeride ne satıldığını cama iyice yapışıp içeri bakınca algılayabiliyorduk. Tabii buna çok büyük markalar dahil değiller.



Ülkede kimse ingilizce bilmiyor. Bir otelin resepsiyonistleri bir de en son gece bindiğim taksi şöförü biliyordu. Sevinçten adamın boynuna atlayacaktım zaten ilk başta. Bazen yolda kafamda kalpakla görünce rus sanıp birşeyler diyorlardı diyordum ben rusça bilmiyorum ingilizce olarak, karşımdaki rusça bişiler söyleyip uzaklaşıyordu.Pasaport kontrolünde oturan memur dahi ingilizce bilmiyorsa uluslararası havalimanında öhö yane.



Yollarda hiçbir yerde ingilizce bir ibare yok. Bu kadar turistin geldiği bir şehirde bence bu büyük bir eksiklik.



Restoranlarda buna oteldeki kahvaltı salonu da dahil bir vestiyer muhabbetidir gidiyor. İlla montunu çıkarcan üstünden. Bir restoranda sordu da rehber zorunlu deilmiş öyle geçtik anca. Ama takmışlar bu vestiyer işine. Zaten son gece gittiğimiz super lux restoranda 60 kişi bir vestiyer kuyruğuna girdik maşallah bana sıra gelene kadar 15 dakika geçti zaten. Bunu sevmedim işte.



Havaalanında iner inmez Azeri taksi şöförü olduğunu söyleyen birkaç kişi yanımıza geldiler. Çok sevindim Türkçe konuşan birilerini gördüğümde. Meğersem dertleri bizle arkadaşlık etmek değil bize arkadaş bulmakmış,üzüldüm onlar adına. Bu gibi insanlara dikkat !!!



Siz siz olun şehir merkezinden uzakta bir otelde konaklamayın. Git gel çok sıkıntı oluyor. Bir de hiç abartmıyorum asansörden inince odama 100 metre yol yürüyordum. Bulunduğum katta 80 oda vardı benimkisi 77. odaydı. Sonradan ek bina yapmışlar yana ama asansör koymamışlar.Asansörden odaya çok yoruldum :)



Ben unuttum yanımda yiyecek malzeme götürmeyi. O yüzden kahvaltı yaparken elmamı yemeyip odama çıkarmıştım karnım acıkırsa diye. Siz siz olun yanınıza yiyecek muhakkak alın.



Şimdi inişe geçiyoruz, zaten anlatacaklarım da bitmiş bulunmakta. Bir kaza gelmeden Samsuna varırsam o zaman yayınlarım bu yazıyı inşallah :)



Bir sonraki yurtdışı seyahatimde görüşmek dileğiyle :)
















2 yorum:

  1. hiç sıkılmadan okuduğum bir gezi notu olmuş. ben de beyaz gecelerde gitmek isterim

    YanıtlaSil
  2. Teşekkürler, mustafa armağan- kuğunun son şarkısı st.petersburg ile ilgili güzel kitaptır :) m.zahid

    YanıtlaSil